İmam-ı Azam Ebu Hanife’yi ne kadar tanıyoruz?

featured

Çoğu kez geleneğin yanlış bakış açısı yüzünden kutsiyet atfedilen bir ‘’İmam-ı Azam’’ kimi zaman ise geleneğin muhafazakâr mozaiğinde uyumu bozan aykırı bir taş…

Ebu Hanife, İslam tarihi içinde birçok farklı düşünce sisteminden pek çok araştırmacının ilgisini çekmiş önemli bir şahsiyettir.

Asıl adı Numan Bin Sabit olan Ebu Hanife, Hicri 80 yılında (699) Irak’ın Küfe şehrinde doğmuştur. Emevi yönetimi ve Abbasi yönetimi altında da yaşayan Ebu Hanife, Emevilerin Irak katliamına şahitlik etmiştir.

Emevi saltanatını onaylamadığı ve Emevi valisi İbn Ebu Hubeyre’nin yargıçlık teklifini reddettiği için çeşitli zulümlere maruz kalan Ebu hanife; Abbasiler döneminde de muhalif tavrını sürdürmüştür.

Yasadığı dönemlerde, birçok siyasi takibata ve baskıya uğrayan, ölümünden bugünlere; Kimileri tarafından en büyük imam, kimileri tarafından bid’atçı görülen Ebu hanefi’yi İlahiyat Profesörü Vecdi Akyüz ile konuştuk.

Ebu Hanife’nin hadis ve rivayet kültürüne bakışı nasıldı?

Ebu Hanife rivayetlerde sadece senedinin yeterli olmadığını iddia eder. Bunun yanında metin incelemesine de girmiştir.

Yani rivayet edenlerin senedinin Peygambere kadar ulaşması ve rivayet edilenin de Peygamberin dilinden çıkmış olması esastır.

Buna sübut problemi diyoruz. Sadece sened ile sabit olmuyor; ayrıca metnin de Peygambere aitliğinde de bir şüphe olmamalı.

Eğer sübut meselesini ortaya koyamazsak o rivayet Peygambere ait değil daha sonra ortaya çıkmış bir metin olarak kabul edilir. O rivayet doğru olsa da peygambere ait değildir.

Rivayetin sağlamlığını ortaya çıkarmanın yolları var

Rivayeti ortaya çıkaranlar onu peygamberin sözü olarak görmek istemişlerdir. Halbuki Ebu Hanife buna değer vermiyor. Ona göre peygamberin ağzından çıktığı gibi bize ulaşması şarttır. Rivayetin sağlamlığını ortaya çıkarmanın da yolları var.

Ebu Hanife “en başta Kur’an-ı Kerim’deki esaslara uygun olacak, ümmetin daha önce belirlemiş olduğu sahih sünnete, hadislere ve akla uygun olacak gibi o hadise bir değer atfetmek suretiyle peygambere ulaştırmak lazım” der. Bunun dışındaki yolları kabul etmiyor.

[better-ads type=”banner” banner=”9597″ campaign=”none” count=”2″ columns=”1″ orderby=”rand” order=”ASC” align=”center” show-caption=”1″][/better-ads]

Diğer mezhepler ise sadece senedin metnin doğruluğunu garanti ettiğini düşünüyorlar ki bu son derece hatalıdır. Bu, işin sadece bir ayağını ortaya koyabilir.

Asıl olan ise metnin kendisi olmalıdır. Sahih olduğunu iddia edeceksek Kur’an’da peygamber için belirtilen usve-i hasenesine (güzel örneklik) uygun bir metin olmalıdır.

Bazı hadisçiler Ebu Hanife’yi tekfir ederken Ehl-i Re’y ifadesini kullanıyorlar. Bu söylediklerinizi bu kavramla mı açıklıyoruz?

Evet, bu ekole rey ekolü diyorlar genel anlamda yani. Diğer bir isimle Irak ekolü deniyor.

Ebu Hanife’nin gerek kendi döneminde gerekse sonraki dönemlerde Ehli Rey olduğu için hadisçiler tarafından (İmam Malik, Ahmed bin Hanbel, Süfyan Sevri, Buhari v.d.) bid’atçılık ile suçlanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu ithamlar, kendi tek yanlı görüşlerini dayatmaya yönelik anlayışlardır. Yani Ehli hadis sanki tek gerçekmiş gibi, onların yaklaşımı tek doğruymuş gibi düşüncelerdir. Bunlar günümüzde de var.

Zaten bu düşüncede olanlar Ebu Hanife’nin ne demek istediğini bile tam anlamıyorlar. Yani hadis metinlerinin sübutu ile ilgili Ebu Hanife’nin dediklerini onlar tam anlayamıyorlar ve algılayamıyorlar. O metot farklılığı bu tür suçlamaları ortaya çıkarıyor. Buda gayet doğal.

Buhari eserlerinde isim vermeden yapıyor bunu. Ve orada kastedilenin Ebu Hanife olmadığını iddia edenler var. Siz ne düşünüyorsunuz?

[better-ads type=”banner” banner=”8866″ campaign=”none” count=”2″ columns=”1″ orderby=”rand” order=”ASC” align=”center” show-caption=”1″][/better-ads]

Ebu Hanife’ye ait olan görüşleri biliyoruz. Onlara dair olan ifadelerin açılımı tabi ki o ismin Ebu Hanife olduğunu gösterir.

İmam Malik’te de kısmen bir rey ekolü vardır

Sadece Ebu Hanife’de değil İmam Malik’te de kısmen bir rey ekolü vardır. Her ne kadar onu ehli hadisten saysalar da onda da vardır , bu özellik Onu biraz daha derinden tanımak gerekir.

Medine halkının ameli meselesi reyci yaklaşıma çok yakın bir yaklaşımdır. Zaten İmam Malik ile Ebu Hanife görüşmüşler ve bu tür konularda uzun uzun fikir alışverişi yapmışlardır.

Ebu Hanife’nin mücadelelerle dolu bir hayatı var. Günümüze dönecek olursak; Ehli Sünnet çizgisinde olan mezheplerin bile kendi içinde Ebu Hanife’ye sert bir tavır almalarını nasıl değerlendirmeliyiz?

Sünnilik itikadi ve siyasi açıdan bir değerlendirmedir. Fıkhi olan tarafı bu şemsiyenin altında olan bir meseledir. Öncelikle bu şemsiyeyi iyi bilmemiz lazım. Sünni, Şii, Harici ayrımları en başta itikadi ve siyasi bir ayrımdır.

[better-ads type=”banner” banner=”8654″ campaign=”none” count=”2″ columns=”1″ orderby=”rand” order=”ASC” align=”center” show-caption=”1″][/better-ads]

Mezhepler arasındaki ihtilaflar

4 hak mezhep anlayışı, Memluk Sultanı Baybars’ın faaliyetleri sonucunda ortaya çıkmıştır. O dönem Kahire’de 4 kadı var ve aralarında tartışmalar çıkıyor. Bu zat, ulemayı topluyor ve bir mecliste karar alınıyor ve her mezhebe baş kadılık veriliyor.

Mezheplerin aralarındaki ihtilafları çözmek için böyle bir otorite belirlemesi yapıyor. Daha sonra 4 mezhep kavramı yerleşiyor. Ki bu mezheplere Zahiriliği de eklemek gerek. Fakat günümüzde pek müntesibi kalmamıştır.

Bu mezheplerin kendi içinde eleştirilerin olması bir düşüncenin dinamizmi için şarttır. Yeter ki ilmi bir üslup içerisinde olsun, ağır suçlamalara yol açmasın.

[better-ads type=”banner” banner=”8655″ campaign=”none” count=”2″ columns=”1″ orderby=”rand” order=”ASC” align=”center” show-caption=”1″][/better-ads]

Günümüzde mesela en küçük bir şeyde tekfir suçlamasına gidiliyor. En küçük bir fikir ayrılığına tahammül yok. Halbuki usulüne uygun bir düşünce hatalı olabilir ancak o düşünce yine usulüne göre eleştirilirse geliştirilebilir. Düşüncenin gelişmesi için ilmi bir üslup içinde bir eleştiri geleneğinin olması zorunludur.

Ebu Hanife yaşasaydı Hanefi olduğunu söyleyenler nasıl yaklaşırlardı ona. Ya da O kendi mensuplarına nasıl bakardı?

Geçmişte Ebu Hanife’yi şiddetle eleştirenler, o da imamın biridir diyenler, günümüzde kocaman kocaman kitaplar yazıyorlar; Ebu Hanife’yi dünyanın en büyük hukukçusu diye tanıtmaya çalışıyorlar. Bu çelişkili bir durum. Yani Ebu Hanife, düşünce geleneğinde belli bir yere oturan bir şahsiyettir. Bu yönüyle tanınması lazım.

[better-ads type=”banner” banner=”8654″ campaign=”none” count=”2″ columns=”1″ orderby=”rand” order=”ASC” align=”center” show-caption=”1″][/better-ads]

Ne aşırı olumlu yönde ne de olumsuz yönde tanınması, her iki tarafta da abartmamak gerekir. O da herkes gibi bir insandır. Onun düşüncelerine genelde bir bağlılık vardır ama o da herkes gibi bazı düşüncelerinden dolayı eleştirilebilir. Dolayısıyla, insanlar yeterince tanımayabilirler.

Burada ulemaya büyük iş düşüyor. Sadece Ebu Hanife’yi değil tarihteki tüm büyükleri tam bir objektiflikle ve onların gerçek düşünceleriyle tanıtıcı eserler yazılması gerekiyor.

Ebu Hanife’nin siyasi mücadelesini de, ilmi gelişimini de ve nasıl bir ortamda nelerin geliştiğini bilmemiz gerekir. Bu konuda insanlar tanımıyor olabilirler ama araştırma yapmak suretiyle bir şekilde gerçeklere ulaşabilirler.

Ebu Hanife özgür düşünceli bir insan

Ebu Hanife günümüze gelseydi ne olurdu bilemeyiz ama yine de mensuplarından memnun kalırdı diye düşünüyorum. Aşırılardan hoşlanmazdı ama. Yani gerçek değerlendirmeyi yapamıyorsunuz çünkü o çok serbest ve özgür düşünceli bir insan.

[better-ads type=”banner” banner=”9597″ campaign=”none” count=”2″ columns=”1″ orderby=”rand” order=”ASC” align=”center” show-caption=”1″][/better-ads]

Çok tarafsız yaklaşabilen bir insan. Kendisine yanlışının söylenmesinden de hoşlanırdı. Öğrencilerini hep buna teşvik etmiştir zaten. Ebu Hanife, kendisini yeterince tanımayanı, dini bilgisi yeterince olmayanı, samimiyeti ve ilmi zihniyeti olmayanlardan hoşlanmazdı.

Ebu Hanife, kendisine bir soru veya sorun geldiğinde nasıl bir yöntem izliyordu?

40 tane seçkin talebesi vardı. Bunların her biri kendi alanında uzmandı. Kimisi tefsirde, kimisi Arap dili ve belağatında, kimisi sözlük biliminde, kimisi tarih alanında uzman seçkin öğrencileri vardı.

Bu öğrencileriyle yaptığı toplantılara halkı katmazdı. Halk ile yaptığı umuma açık sohbetleri ayrı idi. Bu seçkin öğrencileriyle yaptığı toplantıda en ağır ilmi konular bile edep dahilinde tartışılıyordu.

Bazen Ebu Hanife de kanaatini değiştiriyordu. Fikirlerin çatışmasını isterdi. Her konuda uzmanının konuşmasını istiyordu.

Bu yöntem doğrusu günümüzdeki akademik üslubun da çok ötesinde bence. Bugün çok bağnaz akademisyenler de var. Özgürlükçü görünüp alttan alttan kendi düşüncesini dayatan insanlar da var.

Kur’an ve Sünnet Ebu Hanife’nin vazgeçilmeziydi ?

[better-ads type=”banner” banner=”8655″ campaign=”none” count=”2″ columns=”1″ orderby=”rand” order=”ASC” align=”center” show-caption=”1″][/better-ads]

Re’y ekolü derken yanlış anlamayalım. Sadece re’ye dayalı bir ekol değil. En başta Kur’an temel kaynak… Ama bazı ayet ve kavramları farklı anlayabiliriz. Bunun da gerekçeleri vardır. Kur’an ve Sünnet Ebu Hanife’nin vazgeçilmeziydi.

Ama ayrıntıda farklı düşünceler olabilir. Bu, sahabe arasında da vardı. Bizzat peygamber döneminde bile vardı ve peygamber de bunları hep takdir etmiştir.

Ebu Hanife de böyle… Hepsini bir akademik dille tartıştırmış, konuşturmuş ve en sonunda bir kanaati benimsemiştir. Ebu Hanife’nin büyüklüğü ve günümüz için örnekliği de buradadır.

Ebu Hanife’nin kaleme aldığı eser var mı?

Doğrudan kaleme aldığı eser konusunda tartışmalar var. Ama günümüzdeki fikirlerin ona ait olduğuna dair şüphe yoktur. Ama El Fıkh’ul Ekber bu konuda kurucu bir metindir.

İmam-ı Azam Ebu Hanife’yi ne kadar tanıyoruz?

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir