İslam’da din-devlet ayrılığı yoktur!
İnsanlar İslâmiyet’in güzelliklerini pratikte görmek istiyorlar. Sırf geçmişin başarılarıyla övünmek, bizi inandırıcı kılmıyor. “İslâm güzel de, siz neden güzel değilsiniz?” diyorlar. Aradaki şu farkı/çizgiyi düşünmüyorlar bile. Şeklî dindarlığın, bazı dindarlık alametlerinin öze inmeden dindar bilinmesi, ‘dış görünüş dindarlığı’ anlayışını yerleştiriyor. Yaşayışları, bozuk toplumda çok basit uygulamaların bile dindarlık kapsamına girmesi, dindar bilinenlerin toplum içinde yaptıkları yanlışlıkların, iyi örnek olamayışlarının Dine mal edilmesi büyük bir problemdir. Söylenmesi gereken “Müslümanlar kusurlu, İslam kusursuz” düşüncesidir.
Şükürden aciziz, ama bu halin şuurunda olmaya mecburuz. Mazhar kılındığımız nimetlere liyakat yolunda, gayret göstermeye mecburuz. Bunca himaye ve lütuf sonrasında gafletten büyük bela olmaz. Bunu hiç unutmayalım. Mazeretimiz yoktur. Her mümin için bir gayret ve tekamül vazifesi mutlaka vardır. Ahlakın da, ilmin de tefekkürün de, her şeyin madeni ve cevheri imandır. İyi-güzel-doğru ne varsa, oradan gelir, oraya gider. Mücadelenin başarısı, gafletten tam kurtulmaya bağlıdır. Kurtulmaya ve şuurlanmaya.
Gaflet, insanın kendi kendine zulmetmesidir. Kendi kendine zulmeden, başkasının zulmünden nasıl ve ne hakla şikâyet edecek. İslam’ı yaşamak, onu hayatın bütünlüğü içinde yaşamaktır. “İslâm’ı bana anlat” diyenin karşısına çıkıp; “İslâm sevgi dinidir, İslâm barış dinidir, İslâm hoşgörü dinidir” sözleriyle yetinen cevaplar vermek, hiçbir şey söylememekle eş değerlidir. Önemli olan; ‘İslâm’da sevgi nedir?’ onu anlatmaktır. “İslâm’da insan, barış, saadet nedir, nasıl kazanılır?” onu anlatmaktır. Yaşayışımızla örnek olmaktır. Ferdi, ailevi, sosyal, ticari/ekonomik, bütün hayatımızın ölçüsünün pratiğinde “Allah için sevmek, Allah için buğz etmek” temel prensibimizdir. Hak/hukuk meselesi geniş düşünülmeli; kul hakkından, milletin/devletin hakkından ümmetin hakkına varıncaya kadar…