Namaz: Genel Esaslar – İslam İbadet Esasları 3.Ünite

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

GİRİŞ

Namaz denince ilk akla gelen sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitlerinde kılınan farz namazlardır. Bu namazlardan başka cuma, cenaze, vitir ve bayram namazları ile sünnet ve nâfile namazlar da vardır.

Namaz, Allah’a imandan sonra farzların en büyüğü, imanın dışa yansıyan en büyük göstergesi, İslâm’ın beş şartından biri, dinin direği, kalbin nuru ve müminin mi‘râcıdır.

Namaz, mümini Allah’ın manevi huzuruna yükselten, ruhen arındırıp yücelten, bir taraftan şükretmeye bir taraftan da sabra alıştıran ve kulluk bilincine eriştiren bedenî bir ibadettir.

Namazın meşruiyeti Kur’ân-ı Kerim, Sünnet ve icma ile sabit olmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de yüzden fazla ayette namazdan bahsedilmiş, Hz. Peygamber (s.a.) de devamlı olarak namaz kılmış, imam olarak cemaate namaz kıldırmış ve ayrıca sözlü olarak da Yüce Allah’ın mümin kullarından farz, vacip, sünnet veya nâfile olarak edâ etmelerini istediği namazların nelerden ibaret bulunduğunu açıklamıştır.

İslâm bilginleri de Resûl-i Ekrem’den bu güne kadar, herhangi bir tereddüde düşmeksizin namazın meşruiyeti hususunda icma ve ittifak ede gelmişlerdir.

Namaz, İslâm’dan önceki ilâhî dinlerde de emredilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’in birçok ayetinde önceki peygamberlerden söz edilirken, onlara da namazın emredildiği belirtilir ve bazı peygamberlerin namazın öneminden bahseden ifadelerine atıfta bulunulur.

Hz. İbrahim’in bu hususla ilgili olarak Kur’ân’da yer alan duası şöyledir: “Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur” (İbrahim 14/40).

Yine Kur’ân’da Hz. Lokman’ın oğluna verdiği öğütlere değinilirken onun şöyle dediği nakledilir: “Yavrucağızım! Namaz kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış ve başına gelene sabret! Doğrusu bunlar azim, sebat ve kararlılıkla yapılması gereken işlerdir” (Lokman 31/17).

İslâmiyet’te bugün bilinen şekliyle beş vakit namaz hicretten bir buçuk yıl önce mi’râc gecesinde farz kılınmıştır.

NAMAZ KAVRAMI VE ÇEŞİTLERİ

Namazın Tanımı ve Mahiyeti

Namaz, Farsça bir kelime olup Arapça karşılığı “salât”tır. Salât, sözlükte dua etmek, yalvarmak, rahmet etmek gibi anlamlara gelir. Dinî bir terim olarak salât (namaz) “tekbîr” ile başlayıp “selam” ile tamamlanan belirli hareket ve sözlerden oluşan ibadeti ifade eder. Namaz kılan kişiye “musallî” denir.

Öte yandan dinî literatürde “salât” kelimesi özellikle Peygamberimiz için hayır duada bulunma ve ona saygı ve bağlılığı göstermek amacıyla söylenen söz anlamında da kullanılır.

Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken şartlar vardır ki, bunlar hadesten tahâret, necâsetten tahâret, setr-i avret, istikbâl-i kıble, vakit ve niyetten ibarettir. Tanımda geçen “belirli hareket ve sözler” kaydından maksat, namazın rükünleri olan kıyam, kıraat, rükû, sücûd ve ku‘ûddur.

Kıyam kıbleye karşı el bağlayıp ayakta durmak; kıraat Kur’ân’dan Fâtiha sûresini ve buna ilâve olarak bir sûre veya birkaç ayet okumak; rükû, ayakta iken eğilip üç kere sübhâne rabbiye’l-azîm demek; sücûd, oturup yere kapanmak ve üç kere sübhâne rabbiye’l-a‘lâ demektir. Bu dört fiilin toplamına rek‘at denir.

Bir rek‘atta bir rükû ve iki secde vardır. Namazlar rek‘atlardan meydana gelir. Ku‘ûd oturup tahiyyat okumaktır ki bu namazın sonunda, bir de her iki rek’atın sonunda olur. Bu rükünlerden biri olmaksızın namaz olmaz. Ancak cenâze namazının rükünleri iki olup dört tekbir ile kıyamdır.

Namaz kılan kişi Hakkın huzurunda olduğu için huşû içerisinde durup önünden başka tarafa bakamaz, kimseyle konuşamaz, kimse de onunla konuşamaz ve önünden geçemez. Namaza “Allahu ekber” diyerek başlar ve her bir rükünden diğerine geçerken bu tekbiri tekrarlar, en sonunda “esselâmu aleyküm ve rahmetullah” diyerek iki tarafına selam vererek namazına son verir. Namaz, kerâhet vakitleri dışında her zaman kılınabilir. Namaz bedenî bir ibadet olduğu için bir başkasının yerine kılınamaz.

Namaz Çeşitleri ve Rek‘atları

Hanefî fıkıh bilginlerine göre, namazlar, şer’î hükmü açısından farz, vacip, sünnet ve nâfile olmak üzere dört çeşittir.

Farz Namazlar

Farz namazlar farz-ı ayın ve farz-ı kifâî olmak üzere iki kısma ayrılır.

Günlük beş vakit namaz ile haftalık cuma namazı farz-ı ayındır. Günlük beş vakit namaz, yükümlülük çağındaki her bir Müslümana ayrı ayrı farzdır.

Günlük farz namazlar, sabah iki, öğle dört, ikindi dört, akşam üç ve yatsı dört olmak üzere bir günde toplam on yedi rekâttır.

Farz-ı ayın olan haftalık cuma namazı, cuma günü öğle vaktinde öğle namazı yerine iki rekât olarak kılınır. Kendisine cuma namazı farz olmayan kişiler (mesela hanımlar) de gönüllü olarak bu namazı kılınca ayrıca öğle namazı kılmazlar.

Defin edilmeden önce ölü için kılınan cenaze namazı ise farz-ı kifâyedir. Bu namaz bir kısım Müslüman tarafından kılınınca, diğer Müslümanlardan sorumluluk kalkar. Rükû ve secdesi olmayan bir namaz olduğu için bu namazın rek‘atı yoktur.

Vacip Namazlar

Yatsı namazından sonra kılınan üç rekât vitir namazı ile ramazan ve kurban bayramlarında ikişer rek‘at kılınan bayram namazları vacip namazlardır. Bu namazlar, Şâfiî, Hanbelî ve Mâlikî mezheplerinde sünnet namazlar arasında yer almakla birlikte, bu mezheplerde bayram namazlarının farz-ı kifâî olduğu görüşü de vardır.

Bir kimsenin kendi iradesiyle kılmayı adadığı nezir namazları da vacip hükmündedir. Bu namazlar en az iki rek‘at olur. İki rek‘at olan tavaf namazı da vaciptir

Sünnet Namazlar

Bunlar, farz namazlardan önce veya sonra Hz. Peygamber’in sünnetine uyularak kılınan namazlardır. Bunlara revâtib adı da veriler. Bunlardan bir kısmı sünnet-i müekkede, bir kısmı da sünnet-i gayr-i müekkede olarak isimlendirilir. Gayri müekked sünnetlere müstehab ve mendub da denir.

Sabah namazının farzından önce iki, öğle namazının farzından önce dört farzından sonra iki, ikindinin farzından önce dört, akşam namazının farzından sonra iki, yatsı namazının farzından önce dört farzından sonra iki rekât sünnet kılınır.

Ramazan ayında yatsı namazından sonra yirmi rek‘at kılınan terâvih namazı da sünnet-i müekkede türünden bir namazdır. Cuma namazının farzından önce kılınan dört rek‘at ilk sünneti, farzının hemen akabinde kılınan dört rek‘at son sünneti vardır.

Nâfile Namazlar

Nâfile kelimesinin biri dar, diğeri geniş olmak üzere iki anlamı vardır. Nâfile kelimesi geniş anlamıyla farz ve vacip namazların dışında kalan bütün namazları ifade eder. Sünnet namazlar da bu kapsamda sayılır.

Nâfile kelimesi dâr anlamıyla ise farz, vacip ve sünnet namazların dışında kalan namazları ifade eder. Bunlara reğâib, müstehab, mendub ve tatavvu‘ namazları da denir.

Bu namazlara tahiyyetü’l-mescid, tesbih, istihâre gibi nâfile namazlar örnek olarak verilebilir.

Bunlar, Hz. Peygamber’in uygulamalarına dayanılarak belirli zamanlarda veya bazı vesilelerle Allah’a yaklaşmak ve sevap kazanmak amacıyla kılınan namazlardır. Nâfile namazlar en az ikişer rekât kılınır.

Namaz Yükümlülüğü

Bir kimsenin namaz ibadeti ile yükümlü olması, farz veya vacip bir namazın bir kimsenin zimmetinde sabit olup ondan sorumlu tutulması için o kimsede bazı şartlar aranır. Bu şartlar şunlardır:

Müslüman Olmak

Müslüman olan her erkek ve kadına namaz farzdır. Fıkıh bilginlerinin çoğunluğu, Müslüman olmayanların namazla yükümlü olmadığı kanaatindedir. Yeni Müslüman olmuş bir kimsenin daha önceki namazları kazâ etmekle yükümlü olmadığı hususunda dört mezhep görüş birliği içindedir. “İnkâr edenlere, inkârcılıklarından vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle” (el-Enfâl 8/38) meâlindeki ayet ve “İslâm, daha öncesini siler” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV,199,204) anlamındaki hadis bu hükmün açık delilidir.

Büluğ (Erginlik)

Büluğ, çocukluk çağının son bulup gençlik çağının başlaması demektir. Erginlik çağına ulaşmamış çocuklar Allah katında namazla yükümlü değildir. Ancak temyiz yeteneği gelişmiş çocuk namaz kılarsa bu geçerlidir. Hz. Peygamber’in, çocukların yükümlülük çağına gelmeden önce namaz disiplinini kazanmış olmalarını sağlamayı hedefleyen hadisi (Ebû Dâvûd, “Salât”, 26; Müsned, II,180,187) gereğince, çocuk yedi yaşına gelince velisi tarafından yavaş yavaş namaza alıştırılır; on yaşına ulaştığında bunun üzerinde biraz daha fazla durulması, hattâ hafif zorlayıcı ve disiplin sağlayıcı tedbirlere başvurulması gerekir.

Akıl

Dinî yükümlülüklerin söz konusu olabilmesi için, kişinin aklî melekelerinin yerinde olması (temyiz gücüne sahip bulunması) şarttır. Aklî melekeleri yerinde olmayan kişiye mecnun (deli) denir ki, günümüzde bu akıl hastası terimi ile ifade edilmektedir.

Akıl hastalığı sürekli olduğu gibi kısa süreli de olabilir. Kısa süreli baygınlık hali, uyku gibidir; bayılan kişi bu hal geçince kılamadığı namazları kazâ eder. Uzun süreli baygınlık hali ise namaz yönünden kısa süreli akıl hastalığı gibidir.

Uyuyan kişiden namaz yükümlülüğü düşmez. “Bir namazı uyku veya unutma sebebiyle vaktinde kılamayan kimse, onu hatırladığı zaman kılsın” (Ebû Dâvûd, “Salât”, 11) anlamındaki hadis, uyuyan kişinin uykuda geçen namazlarını ve unutanın unuttuğu namazları kazâ etmesi gerektiğinin açık bir delilidir. Kadınlar hayız ve nifas hallerinde ne edâ ne de kazâ yoluyla namaz kılmakla mükellef değillerdir. Aksine bu dönemlerinde namaz kılmaları haramdır.

NAMAZIN FARZLARI

Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı namaza başlamadan önce, altısı da namazın içinde bulunması gerekir. Namaza başlamadan önce bulunması gereken farzlara namazın şartları, namazın içinde bulunması gereken farzlara da namazın rükünleri denir. Namazın şartları ve rükünleri sırasıyla açıklanacaktır.

Namazın Şartları

Hadesten Tahâret

Hades, abdestsizlik ve guslü gerektiren durumlar (cünüplük, âdet hali ve loğusalık hali) demektir. Namaz kılacak kişinin, cünüp ise veya âdet yahut loğusalık hali sona ermişse boy abdesti (gusül) almadan, bu durumlardan biri söz konusu değilse abdest almadan namaz kılması geçerli olmaz. Boy abdesti veya abdest alacak su bulamayan veya bulduğu halde kullanma imkânı olmayan kişi teyemmüm eder.

Necâsetten Tahâret

Namazın geçerli olabilmesi için bedende, elbisede ve namaz kılınacak yerde necis yani dinen pis sayılan ve namazın sıhhatini engelleyecek miktara ulaşan necis maddelerin bulunmaması şarttır.

Bir kimse, bilmeyerek namazın sıhhatini engelleyen bir miktara ulaşan necâset bulaşmış bir elbise ile kıldığı namazı elbisesini temizledikten sonra yeniden kılar. Hanefî mezhebinde benimsenen görüşe göre namaz kılınacak yerin temizliği ile ilgili asgari şart, ayakların, ellerin, dizlerin ve alnın konacağı yerlerin temiz olmasıdır.

Üzerinde necâset bulunan halı, kilim gibi bir serginin temiz kalan kısmında kılınan namaz geçerlidir. Necâset bulunan bir yerin üzerine, necâsetle irtibatı kesecek ve kokusunu dışarı vermeyecek şekilde temiz bir sergi serilirse veya temiz toprak dökülürse bunun üzerinde namaz kılınabilir.

Setr-i Avret

Setr kelimesi örtmek, avret kelimesi ise örtülmesi gereken yer demektir. Dinî terim olarak, örtülmesi farz olan, başkalarının bakması câiz olmayan uzuvlara avret mahalli denir. Hanefî mezhebinde erkeklerin avret yeri sayılan uzuvları, göbek altından dizlerin altına kadar olan kısımdır.

Kadınların ise, yüz ile eller hariç, bütün vücudu avrettir. Namazda ayaklarının avret sayılması konusunda görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte tercih edileni avret olmadığı görüşüdür. Giyilen elbisenin vücudun rengini göstermeyecek şekilde olması, yani, tül v.s. gibi şeffaf olmaması gerekir. Ancak, vücudun hatlarını belli eden dar ve bedene yapışık elbise ile kılınan namaz -mekruh olmakla birlikte- geçerlidir.mayan kişi teyemmüm eder.

İstikbâl-i Kıble

İstikbâl-i kıble kıbleye yönelmek demektir. Müslümanların kıblesi Mekke’de Mescid-i Harâm’ın içinde bulunan Kâbe-i Muazzama’dır.

Kıbleye yönelmek namazın şartlarından biridir.

Kıbleden başka tarafa bilerek yönelen kişinin namazı ve tilâvet secdesi sahih olmaz. Bir kimse hasta olduğu için veya düşman, yırtıcı hayvan korkusu sebebiyle kıble yönüne dönemediği takdirde, gücü yettiği tarafa doğru yönelerek namazını kılar.

Uçak, otobüs gibi bir vasıta ile yolculuk yapan kişi, gücü yeterse kıbleye dönerek namazını kılar, vasıtanın yönü değiştikçe yönünü kıbleye çevirerek namazını tamamlar. Gemi içinde namaz kılınacaksa temel ilke kıbleye dönmek, gemi döndükçe kıbleye dönmeye devam etmektir. Ancak, bindiği nakil aracının hareketlerini izleme imkânına sahip olmayan bir kişi, namaza başlarken kıble olarak belirlediği yöne doğru namazını kılıp tamamlar.

Vakit

Vakit, namazın farz olmasının sebebi ve edâsının da şartıdır. Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitir, terâvih ve bayram namazları için vaktin girmiş olması şarttır. Farz namazlar: sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarıdır. Cuma namazı da farz olarak öğle namazı yerine geçer. Belirli bir şarta bağlanmış nezir namazı da, bu şart henüz gerçekleşmeden kılınırsa adak vecibesi yerine gelmez. Vakte bağlı bir namaz, vakit daha girmeden kılınınca muteber olmaz, yeniden kılınması gerekir. Bir namaz kendisi için belirlenen vakitten sonra kılınanca “edâ” olmayıp “kazâ” olur. Hanefîler’e göre cuma, bayram ve sünnet namazları, vakitleri çıkınca artık kazâ edilmez.

Niyet

Namazlarda niyet şarttır. Niyet, kalbin bir şeye karar vermesi, bir işin ve fiilin ne için yapıldığının şuuruna vararak onu bilmesi demektir. Namaz hususunda niyet, sırf Allah rızası için namaz kılmayı istemeyi ve hangi namazı kıldığının bilincine varmayı ifade eder. Amellerin kıymetleri, sevapları niyetlere göredir. İnsanın niyeti hâlis olmalı, ibadetini şuurlu bir halde yapmalı, işlerini Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla gerçekleştirilmelidir.

Niyetin kalp ile yapılması esastır. Bununla birlikte kalp ile yapılıp, “şu vaktin farz veya sünnet namazını kılmaya niyet ettim” şeklinde dil ile söylenmesi de iyidir. Dil ile bir şey söylenmese, yine de namaz câiz olur. Kişinin kalbinden geçirdiği ile dilinden söylediği birbirine uymuyorsa, dil ile söylenen geçersizdir. Farz namazlarda, vitir, bayram ve adak gibi vacip namazlarda, hangi farzın veya vacibin kılındığını belirlemek (sabah namazı, cuma namazı, vitir namazı gibi) şarttır. Kazâ namazı kılarken de hem vaktin hem de günün belirlenmesi (en son kazâya kalan sabah namazı gibi) gerekir.

Cemaat halinde kılınan namazlarda ayrıca imama uyulduğuna dair niyet edilmesi gerekir. Sadece erkeklerden meydana gelen bir cemaate imam olarak namaz kıldıran kişinin imamete niyet etmesi gerekmez. Ancak, cemaat arasında kadınlar bulunuyorsa, bu takdirde imamın kendisine uyan erkek ve kadınlara imamlık yaptığına dair niyet etmesi şarttır.

Sünnet ve nâfile namazlar için belirleme şart değildir, sadece “namaza” niyet edilmesi yeterlidir; fakat belirlemek (terâvih namazına, sabah namazının sünnetine gibi) daha iyidir.

Namazın Rükünleri

İftitâh Tekbiri

İftitâh (başlangıç) tekbiri namaza başlarken alınan tekbirdir. Bu, kişinin kendi işitebileceği bir sesle “Allahu ekber” demesini ifade eder ki, “Allah en büyüktür” anlamına gelir. Bu tekbire, “tahrîme” de denir. Zira bu tekbirle namaza girilmiş, namazla bağdaşmayacak fiiller haram kılınmış ve dış âlemle ilgi kesilmiş olur.

Kıyam (Ayakta Durmak)

Namazın bir rüknü olarak “kıyam”, iftitâh ve her rek‘atta Kur’ân’dan okunması gereken en az miktar boyunca ayakta durmayı ifade eder. Kıyam, namazın bir rüknü olduğu için, ayakta durmaya gücü yeten bir kişinin farz veya vacip bir namazı oturarak kılması geçerli sayılmaz.

Ancak hasta veya ayakta namaz kılmaya güç yetiremeyen veya ayağa kalkınca hastalığının artmasından veya uzamasından yahut da şiddetli ağrı duymasından korkan kişi, namazı oturduğu yerde kılar, gücü yeterse rükû ve secdeye varır.

Çünkü İslâm’ın genel kurallarına göre, zorluk ve ihtiyaç kolaylığı celbeder ve zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur. Hareket halindeki gemi, uçak, otobüs gibi bir vasıtada namaz vaktini kapsayacak kadar bir süre yolculuk yapan kişi, bu araçlarda ayakta namaz kılması mümkün olmazsa, oturarak veya oturduğu koltukta namazını kılar, rükû ve secdelerini ima ile yapar.

Ancak secde için rükûdan daha fazla eğilir. Sünnet ve nâfile namazları, ayakta kılmak daha faziletli olmakla birlikte, bir özür bulunmasa da oturularak kılınabilir. Çünkü nâfile namazlar kolaylık ve genişlik esasına dayanır.

Kıraat

Kıraat, sözlükte okumak demektir. Fıkıhta ise, namaz kılan kişinin, Kur’ân’ın ayetlerinden bir miktarını kendisinin işitebileceği şekilde okumasını ifade eder. Kıraat namazın bir rüknü olup farzdır. Tek başına kılan kişi, bir miktar Kur’ân ayetini ayakta iken kendi işiteceği şekilde ve fakat harflerini belirterek, imam ise, sesli namazlarda yakınında bulunanların işiteceği bir ses tonuyla okur.

Namazda farz olan kıraat miktarına gelince, bu miktar Ebû Hanîfe’ye göre kısa da olsa bir ayettir, dayanır. Hanefî mezhebinde imama uyan kimsenin Kur’ân okuması gerekmez; onun hem sesli hem de sessiz namazlarda da susması vaciptir.

Diğer üç mezhepte ise kıraat, imam ve yalnız başına kılan için farz olduğu gibi sessiz namazlarda imama uyan için de farzdır. Sesli namazlarda da, Şâfiî mezhebine göre, imama uyan kişinin Fâtihayı okuması farzdır. Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinde ise, sesli namazlarda cemaat okumaz, dinler.

Rükû (Eğilmek)

Rükû, namazın bir rüknü olup farzdır. Kıraat bittikten sonra eğilerek rükûya varılır, baş ile sırt düz tutulur ve eller dizlere kadar varır ve dize dayanılır. Ayakta namaz kılan kimse için sadece başını eğmesi yeterli değildir, sırtını da eğerek baş ve sırt tam bir düz satıh meydana getirmelidir.

Bu şekil tam bir rükûdur. Oturduğu halde namaz kılan kimsenin, rükû ederken alnı dizlerine paralel olacak derecede sırtını eğmesi yeterlidir Rükûda bir süre rükû vaziyetinde beklemek ve rükûdan sonra doğrulup bir süre kıyam vaziyetinde beklemek (kavme) gerekir. Hanefî mezhebinde bu sürenin en azı “sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar bir zaman dilimidir.

Secde

Secde (yere kapanmak), namazın bir rüknü olup farzdır. Namaz kılan kimse, rükûdan sonra kıyama geçer ve hemen arkasından secdeye varır; alnı yere değdiğinde rükû vaziyetinden daha fazla eğilmiş olur. Sadece alnı ve burnu yere değecek kadar yüzünü ve ayrıca iki ayağının parmakları, iki eli ve iki dizini yere koyar. Böylece Allah’a tazimde bulunur. Bu secde, her rek‘atta birbiri ardınca iki defa yapılır.

Tam ve mükemmel bir secde yedi aza üzerine yapılan secdedir. Peygamberimizden nakledilen bir hadiste, bu azaların yüz (alın ve burun), iki el, iki diz ve iki ayak (iki ayağın parmakları) olduğu belirtilmiştir (Buhârî, “Ezan”, 133-137). Gücü yetmediği için oturarak namazını kılıp, bedelsel özründen dolayı veya vasıta içinde namaz kıldığından dolayı secdeye kapanamayan bir kişinin, secdesi rükûundan daha fazla eğik olmalıdır. Secde edilecek yerin yüksekliği, taban seviyesinden on iki parmaktan (yaklaşık 23 cm.) daha yüksek olmamalıdır.

Cemaat kalabalık olunca veya başka bir mazeret bulununca dizler üzerine de secde edilebilir. Yine kalabalık sebebiyle aynı namazı cemaatle kılanların birbirlerinin sırtına secde etmeleri de câizdir. Atılmış yün, pamuk gibi yumuşak bir şey üzerine secde edildiğinde yüz bunların içinde tamamen kayboluyorsa ve alın ile burun yerin sertliğini hissetmiyorsa secde câiz olmaz.

Secdede ve iki secde arasında secde denebilecek kadar bir süre durmak yeterlidir. Hanefî mezhebinde bu sürenin en azı “sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar bir zaman dilimidir. Fakat rükû ve secdede sünnet miktarının en azı üçer kere tesbih (sübhâne’llâhi’l-azîm gibi) okumaktır. Ortası beş, en mükemmel olanı da yedi kere tesbih okumaktır.

Namazı tek başına kılan kimse, daha çok tesbihte bulunabilir. Fakat imam olan kimse, cemaatin rızası bulunmadıkça, üçten fazla tesbih okumamalıdır. Çünkü cemaati usandırmak ve namazdan kaçırmak uygun değildir. Rükûda okunacak tesbih: “Sübhâne rabbiye’l azîm (Pek büyük olan Rabbim, her türlü eksikliklerden uzaktır) ve seccedeki tesbih de: “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ (Pek yüce olan Rabbim, bütün eksikliklerden uzaktır) şeklindedir.

Ka‘de-i ahîre (Son Oturuş)

Namazların sonunda teşehhüd miktarı oturmak bir rükün olup farzdır. Buna ka‘de-i ahîre denir. İki rek‘atlı namazlarda ikinci rek‘attan sonra, üç rek‘atlı namazlarda üçüncü rek‘attan sonra, dört rek‘atlı namazlarda dördüncü rek‘attan sonraki oturuşlar son oturuş yani ka’de-i ahîre sayılır. Ka‘de-i ahîrede oturarak beklenmesi farz olan süre Hanefî mezhebine göre teşehhüd miktarıdır.

Teşehhüd miktarı ise tahiyyât okuyacak kadar bir süredir. Teşehhüdün ya da tahiyyâtın metni şöyledir: “et Tahiyyâtü li’llâhi va’ssalavâtü vet’tayyibâtü. es-Selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetü’lllâhi ve berekâtühü. es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdi’l-llâhi’s-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve rasûlühü” (Buhârî, “Ezan”,148,150; Müslim, “Salât”, 16; İbn Mâce, “İkâmetü’ssalât”, 24). Türkçesi: “Bütün tâzimler, övgüler, mülkler, kavlî, bedenî ve malî ibadetler Allah Teâlâ’ya mahsustur. Ey Peygamber! Sana selam olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. (Ey Rabbimiz)! Selam bize ve Allah’ın sâlih kullarına olsun. Şehâdet ederim ki yani kesin olarak bilir ve açıklarım ki, Allah’tan başka hakikî ma’bud yoktur ve şehâdet ederim ki, Muhammed, Allah’ın kulu ve resûlüdür.”

Namazın esasını oluşturan şartlar ve rükünler bunlardan ibaret olmakla birlikte Ebû Yusuf, Şâfiî, Mâlik ve Ahmet b. Hanbel’e göre ta’dîl-i erkân, Ebû Hanîfe’ye göre ise namazdan kendi fiili ile çıkmak namazın farzları arasında yer alır. Ta‘dîl-i erkân, rükû ve secde gibi rükünlerin hakkının verilerek yapılmasını, rükûdan doğrulurken vücut dimdik bir hale gelip en az bir kere; “Sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar ayakta durulmasını, ondan sonra secdeye varılmasını ve iki secde arasında “Sübhâne’llâhi’lazîm” diyecek miktar oturulmasını ifade eder.

NAMAZIN VACİPLERİ, SÜNNETLERİ VE ÂDÂBI

Namazın Vacipleri

Namazın farzları gibi bazı vacipleri de vardır. Hanefî fıkıh âlimlerinin vacip olarak kabul ettikleri hususların bir kısmı diğer mezheplere göre farz, bir kısmı da sünnet olarak nitelendirilmiştir.

Bu vaciplere riayet ile namazın farzları tamamlanmış, noksanları telâfi edilmiş olur.

Hanefîler’e göre vaciplerden birini unutarak terk eden ya da geciktiren kimsenin sehiv secdesi yapması vaciptir. Vaciplerden birinin kasden terk edilmesi halinde ise namazın yeniden kılınması gerekir. Hanefîler’e göre namazın vacipleri şunlardır:

1. Namaza “Allahu ekber” gibi tekbir ifade eden bir cümle ile başlamak. (Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinde farzdır.)

2. Fâtiha sûresini okumak (diğer üç mezhepte her rek‘atta okumak farzdır).

3. Farz namazların ilk iki rek‘atında, vacip, sünnet ve nâfile namazların her rek‘atında Fâtiha’dan sonra kısa bir sûre veya buna denk miktarda ayet veya ayetler okumak (Sûre eklemek anlamında “zamm-ı sûre” denen bu işlem diğer mezheplerde sünnettir).

4. Fâtiha’yı zamm-ı sûreden önce okumak. Farz namazlarda farz olan kıraati, ilk iki rek‘atta yerine getirmek.

5. Tek başına namaz kılarken, öğle ve ikindi namazları ile gündüz vakti kılınan nâfile namazlarda kıraati gizli yapmak. Sabah, akşam ve yatsı namazlarında ve geceleyin kılınan sünnet ve nâfile namazlarda kıraat açıktan veya gizli olarak yapılabilir.

6. İmam olan kimsenin, cemaatle kılınan namazlardan sabah, cuma, bayram, terâvih, vitir namazlarının her rek‘atında, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rek‘atlarında kıraati açıktan yapması, öğle ve ikindi namazlarının bütün rek‘atlarıyla akşam namazının üçüncü ve yatsı namazının da son iki rek‘atında kıraati içinden yapması vaciptir. İmama uyan kişi, okumaz, namaz sesli ise dinler, sessiz ise susar.

7. Secdede sadece alın ile yetinmeyip alın ile birlikte burnu da yere koymak.

8. Üç ve dört rek‘atlı namazların ikinci rek‘atının sonunda oturmak (ka’de-i ulâ).

9. İlk ve son oturuşlarda tahiyyatı okumak.

10. Namazın farzlarında sıraya (tertîb) riayet etmek.

11. Namazın sonunda sağ ve sol taraflara selam vermek. Ancak, Hanefîler’de bir görüşe göre, sağ tarafa selam vermek vacip, sol tarafa selam vermek ise sünnettir.

12. Ta‘dîl-i erkâna riayet etmek. Bu, Ebû Yusuf ve diğer üç mezhebe göre farzdır.

13. Vitir namazında kunût duasını okumak ve kunût tekbirini almak.

14. Bayram namazlarına mahsus üçer ilâve tekbir almak.

15. Sehven farzın geciktirilmesi ve vacibin terk veya geciktirilmesinden dolayı sehiv secdesi yapmak.

16. Namazda okunan secde ayetlerinden dolayı tilâvet secdesinde bulunmak.

Namazın Sünnetleri

Namazda dinen yapılması farz ve vacip derecesinde olmaksızın yapılması istenen fiiller vardır ki bunlara namazın sünnetleri denir. Bunların terki namazı bozmaz ve sehiv secdesini gerektirmez; fakat bunlara sürekli riayet etmek, Peygamber’in yolunu izlemede titizlik gösterme anlamını taşır.

Sünnetler, vacipleri tamamlayıcı özellikte olup, vaciplerdeki kusur ve noksanların telâfisine ve sevap kazanılmasına vesile teşkil eder. Hanefîler’e göre namazın sünnetlerinin başlıcaları şunlardır:

1.Beş vakit farz ve cuma namazında ezan okumak ve kâmet getirmek. Bu hüküm erkekler içindir.

2. İftitâh tekbirinde elleri yukarı kaldırmak. Erkekler, her iki başparmağını – parmak aralıkları tabii açıklıkta olmak üzere ve avuç içleri kıbleye veya birbirine dönük tutularak- kulak yumuşaklarına değecek ölçüde, kadınlar ise ellerinin parmak uçlarını göğüs hizasına kadar kaldırırlar ve bu vaziyette iken “Allahu ekber” derler. Şâfiî ve Mâlikîler’e göre erkekler de iftitah tekbirinde ellerini omuz hizasına kadar kaldırırlar. Şâfiî ve Hanbelîler’e göre, rükûya eğilirken ve rükûdan doğrulurken de elleri kaldırmak sünnettir.

3. Kıyamda sağ eli sol el üzerine koymak. Erkekler sağ elin başparmağı ile serçe parmağını halka yaparak sol elin bileğinden tutarlar ve diğer parmaklarını sol kolun üzerine uzatırlar. Kadınlar ise sağ ellerini göğüsleri üzerinde sol elleri üzerine halka yapmaksızın koyarlar.

4. Namazların başlangıcında Sübhâneke’yi içinden okumak, bundan sonra yine içinden eûzü-besmele çekmek ve diğer rek‘atlarda Fâtiha’dan önce besmele çekmek ve Fâtiha’dan sonra içinden “âmîn” demek. Bir görüşe göre Fâtiha’dan önce okunan besmele vaciptir. İmama uyan eûzü-besmele okumaz. Fâtiha’dan sonra okunacak sûrelerin başındaki besmele okunmaz. Ancak İmam Muhammed’e göre sessiz namazlarda sûre başlarındaki besmele okunur.

5. Rükûya ve secdeye giderken, secdeden kalkarken “Allahu ekber” demek ve rükûdan kalkarken “Semi’allahu limen hamideh” demek. İmama uyan rükûdan kalkarken içinden “Rabbenâ leke’l-hamd” veya “Allahümme Rabbenâ ve leke’l-hamd” der. Yalnız başına kılan bu ikisini yani hem “Semi‘allhu limen hamideh” ve hem de “Rabbenâ leke’l-hamd”ı söyler.

6. Rükûda en az üç defa “Sübhane rabbiye’l-azîm” ve secdelerde en az üç defa “Sübhane rabbiye’l-a‘lâ” demek.

7. Kıyamda bir özür yoksa iki ayak arasını dört parmak kadar açık bulundurmak.

8. Rükûda incikleri (diz’in arkasını) dik ve sırtı düz tutmak ve parmak aralıkları açık olduğu halde dizleri tutmak. Kadınlar ise dizlerini biraz bükerler ve sırtlarını yukarıya doğru meyilli tutarlar ve parmaklarını açmaksızın dizlerinin üzerine koyarlar.

9. Secdeye giderken önce dizleri, sonra elleri, sonra yüzü yere koymak. Secdeden kalkarken de önce yüzü, sonra elleri, sonra da elleri dizlerin üzerine koyarak kıyama doğrulmak veya oturuşa geçmek. Ayrıca secdeyi, yüz iki el arasına gelecek şekilde yapmak.

10. Secde oturuşları ile teşehhüd oturuşlarında sol ayağı yere yatırıp üzerine oturmak, sağ ayağı ise dikmek ve ayak parmaklarını kıbleye yöneltmek Kadınlar sağ ve sol ayaklarını sağ taraflarına yatırıp beden sola meyilli bir biçimde yere otururlar.

11. Ka‘de ve celselerde ( secde oturuşlarında) elleri parmaklar az açılarak uyluklar üzerine koymak.

12. Secdede karnı uyluklardan, dirsekleri yanlardan ve dirsekleri yerden uzak tutmak. Kadınlar kollarını yanlarına birleştirir ve karnını uyluklarına yapıştırırlar.

13. Tahiyyat esnasında “Lâ ilâhe” denirken sağ elin şehâdet parmağını kaldırmak; bu halde başparmak ile orta parmak halka edilir ve diğer iki parmak yumruk halinde bükülür. “İllâllah” derken ise, şehâdet parmağı indirilir. Ancak bazı âlimler, bu sünneti yerli yerince yapmak zor olduğu için terk edilmesini uygun görmüşlerdir.

14. Farz, vacip ve müekked sünnetlerin son oturuşu ile gayri müekked sünnet ile nâfile namazların her oturuşunda tahiyyattan sonra Hz. Peygamber’e ve âline salât ü selam okumak.

15. Her namazın son oturuşunda selam vermeden önce Kur’ân’da bulunan veya hadislerde yer alan dualardan okumak.

16. Namazın sonunda selam verirken yüzü önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa çevirmek.

17. Kur’ân-ı Kerim’i namazda sırasıyla okumakta bir sakınca yoktur. Ancak mukim için sünnet olan “mufassal” denilen sûreleri okumaktır. Dinen yolcu sayılan kişi, Fâtiha’dan sonra dilediği sûreyi okuyabilir. Mukim için sünnet olan, sabah ve öğle namazlarında Fâtiha’dan sonra “tıvâl-ı mufassal” denilen uzun sûrelerden, ikindi ve yatsı namazlarında “evsât-ı mufassal” denilen orta uzunluktaki sûrelerden, akşam namazlarında ise “kısâr-ı mufassal” denilen kısa sûrelerden bir sûre okumaktır. Hucurât sûresinden “Bürûc” sûresinin sonuna kadar olan sûreler “tıvâl-ı mufassal”, “Târık” sûresinden “Beyyine” sûresinin sonuna kadar olan sûreler “evsât-ı mufassal” ve bundan sonraki sûreler ise “kısâr-ı mufassal”dır.

18. Önünden geçilmesi ihtimali varsa sütre koymak.

Namazın Âdâbı

Namaz kılarken yerine getirilmesi faziletli kabul edilen ve namazı âdâbı olarak isimlendirilen bazı davranışlar vardır ki bunlar birer müstehab demektir. Bunları terk etmek, azarlanmayı gerektirmez, fakat bunlara uyulması daha fazla sevap kazanmaya sebep olur. Bilinçli bir Müslüman namazın büyük bir ibadet olduğunu bilir, namaz sayesinde Yaradan Rabbinin manevi huzurunda olduğunu anlar, Cenâb-ı Hakkın kendisini görüp bildiğini düşünerek son derece edebe riayet eder, görünüş itibariyle pek mütevazı bir vaziyet alır, bâtınen kalbini mümkün mertebede mâsivâdan (Allah’tan gayrısından), dünyevi ilişkilerden kurtarmaya çalışır. Bu yüzden, “mükemmel bir namaz ancak kalb huzuruyladır” denilmiştir. Namazın başlıca âdâbı şunlardır:

1.Namazda Allah’ın huzurunda durulduğunun farkında olarak bir huşû ve tevazu halinde bulunmak.

2. Üst elbiseyi açık bulundurmayıp düğümlemek ve bütün rükünlerin hakkını verebilmek için uzun ve geniş elbiseler giymek.

3. Kıyamda secde yerine, rükûda ayakların üzerine, secdede burnun iki yanına, ka‘dede kucağa, selam verirken sağ ve sol omuz başlarına bakmak, böylece kendisini sırf ibadete vermek ve namazın dışındaki meşguliyetten korunmak.

4. Rükû ve secde tesbihlerini tek başına kılan için üçten fazla yapmak. 5. Öksürmemeye ve geğirmemeye gayret etmek, esnerken ağzı fazla açmamak ve gerekiyorsa elle kapamak.

NAMAZIN MEKRUHLARI, NAMAZI BOZAN DURUMLAR, NAMAZI KESME (BOZMA) DURUMLARI VE NAMAZ KILMANIN MEKRUH OLDUĞU VAKİTLER

Namazın Mekruhları

İbadet, Allah rızasının kazanılması için yapılır. Allah rızasının kazanılması ise, yapılacak ibadet için belirlenen esaslara riayet etmekle mümkündür. İşte bedenî bir ibadet olan namaz da böyledir. Bu ibadet, kendisi için belirlenen esaslar çerçevesinde yerine getirilir. Peygamberimiz: “Beni namaz kılarken gördüğünüz gibi, siz de öyle kılın” buyurmuştur. Namazın farz, vacip, sünnet ve edeplerine tam olarak riayet edilerek kılınan bir namaz mükemmel bir namazdır. Namaz kılarken, namazı geçersiz yapmamakla birlikte yapılması dinen hoş karşılanmayan ve namazın faziletini azaltan söz, fiil ve davranışlara “namazın mekruhları” adı verilir.

Namazın mekruhları, tahrîmî ve tenzîhî olmak üzere iki çeşittir. Namazın vaciplerini terk etmek, harama yakın bir davranış olup tahrîmen mekruhtur. Bazı müekked sünnetleri terk etmek de böyledir. Namazın müekked olmayan sünnetlerini terk etmek ve edeplerine aykırı davranışlar ise tenzîhen mekruhtur. Fakihler mekruh içerecek şekilde kılınan bir namazın -vakit varsa- yeniden kılınmasının müstehap olduğunu söylemişlerdir. Hanefîler’e göre mekruh olarak nitelendirilip namazın faziletini azaltan davranışların başlıcaları şunlardır:

1. Namaz kılarken bir özür bulunmaksızın yere, direğe, duvara, değneğe dayanmak; tek ayak üzerine durmak veya bir ayağı yerden kesmek veyahut diğerine dayanmak; bir özür bulunmaksızın bağdaş kurarak oturmak veya dizleri dikip oturmak; namazda gerinmek, esnemek ve mecbur olmadıkça öksürmek. Yine, namazda bir şeyi koklamak, gözleri yummak, sağa sola, arkaya bakmak veya eğilmek. Bir şeye gözü takılarak dikkatin dağılmaması veya namazda daha fazla huşû meydana gelmesi için gözleri yummada bir sakınca yoktur.

2. Namazda bir özür bulunmaksızın birkaç adım yürümek. Fakat yılan, akrep gibi zararlı bir hayvanı uzaklaştırmak veya öldürmek için atılacak birkaç adım mekruh değildir.

3. Namazdan önce veya namaz esnasında erkekler için elbiselerinin kollarını dirseklere doğru toplamak.

4. Namazda secdeye giderken dizleri yere koymadan elleri yere koymak veya secdeden kalkarken dizleri ellerden önce kaldırmak; namaz sona ermeden terleri veya yüze dokunmuş tozları silmek.

5. Namazda elbise, beden veya sakalla oynamak, eli ağıza koymak; namaz esnasında birinin verdiği selamı el veya baş işaretiyle almak.

6. Cemaatle kılınan namazda imamdan önce rükûya veya secdeye gitmek veya ondan önce rükû ve secdeden başını kaldırmak.

7. Rükû ve secdede tesbihleri terk etmek veya üçten az söylemek.

8. Kıyamdan rükûya, rükûdan secdeye, secdeden kıyama geçme hallerinde söylenmesi gereken tekbir ve zikirleri yerli yerince okumayıp gecikerek okumak. Kıyamdan rükûya vardıktan sonra “Allahu ekber” demek gibi.

9. Başkasına ait bir yerde veya sahibinin iznini almadan onun elbisesiyle namaz kılmak.

10. Namazı temiz olmayan şeylere karşı veya temiz olmayan şeylerin yakınında kılmak. Mezarlıkta, yol ortasında, mezbahada, hamamda namaz kılmak böyledir. Ancak bu gibi yerlerde namaz için ayrılmış temiz bir yer varsa, orada namaz kılmakta bir sakınca yoktur.

11. Namazı, zihni meşgul edecek, kalbin huzur ve huşûunu kaçıracak şeylerin bulunduğu bir yerde kılmak.

12. Bir kimsenin yüzüne karşı arada perde, duvar, korkuluk gibi bir engel olmaksızın namaz kılmak.

13. Yemek sofrası hazır iken namaza başlamak. Ancak vakit darlaşmış ise kılmakta bir sakınca yoktur.

14.Sıkışıp da abdesti bozma ihtiyacı varken bu haldeki abdestle namaz kılmak.

15. Namazı, namazın sıhhatine engel olmayacak miktarda necaset bulaşmış bir elbise ile veya temiz bir elbise varken, dinen necis sayılmasa da kirli bir elbise ile kılmak.
.
16. Elbiseyi, dizlerinin yıpranmasından veya ütüsünün bozulmasından korumak için rükûya ve secdeye varırken hafifçe yukarı çekmek.

17. Ateşe ve puta tapınmayı çağrıştıracağı sebebiyle kor halindeki ateşe karşı namaz kılmak, üzerinde insan veya hayvan resimleri bulunan elbise ile veya böyle bir kumaş üzerinde namaz kılmak. Ancak böyle bir elbisenin üzerine ceket, pardesü veya cübbe gibi bir şey giyilirse, onunla namaz kılınmasında bir sakınca yoktur. Yine namaz kılanın başı üstünde, ön veya yanlarındaki duvar veya tavan üzerine yapılmış kabartmalı yahut resim halinde canlı tasvirinin bulunması sakıncalıdır ve fakat namaz kılanın ayakları altında veya oturduğu yerde bulunan veya karşıdan bakılınca uzuvları fark edilmeyecek kadar küçük olan suretin bulunması namaz bakımından kerâhet doğurmaz. Kimlik kartı, nüfus cüzdanı, pasaport gibi belgeler üzerindeki resimlerle, kâğıt paraların üstünde resmedilmiş bulunan suretler, bu belge ve paralar cüzdan veya çanta veyahut ceplerde kapalı bulundukları için ne namaz içinde ve ne de namaz dışında bir sakınca doğurmaz.

18. İkinci rek‘attaki kıraati birinci rek‘attaki kıraatten daha uzun okumak. Uzun okumanın ölçüsü, üç ayet daha fazla okumaktır. Yine kıraatte, Kur’ân-ı Kerim’deki sıraya uymamak.

Namazı Bozan Durumlar (Namazın Müfsidleri)

Şart veya rükünlerine uyularak kılınan bir namaza sahih namaz denir. Namazın şart ve rükünlerindeki bir eksiklik onu geçersiz kılar ve böyle bir namaz da fâsid veya bâtıl namaz olarak nitelendirilir.

Bir de namaz esnasında yapılmaması yani kaçınılması gereken durumlar vardır ki, bunlara namazın müfsidleri adı verilir. Bunlardan birinin bulunması halinde de namaz geçersiz yani fâsid/bâtıl olur.

Hanefîler’e göre başlanmış bir namazı bozan durumların başlıcaları şunlardır:

1. Namazda konuşmak.
2. Huşû halinin dışında ağlamak, inlemek.
3. Geçerli bir özrü olmaksızın boğazı hareket ettirip öksürmeye çalışmak.
4. Yemek, içmek.
5. Dışarıdan bakan kişide namazda olmadığı izlenimi verecek davranışta bulunmak (amel-i kesîr )
6. Özürsüz olarak kıbleden başka bir yöne dönmek.
7. Kahkaha ile gülmek.
8. Bayılmak, delirmek.

Namaz Kesme (Bozma) Durumları

Başlanılan bir ibadetin herhangi bir mazeret bulunmaksızın kasden bozulması büyük bir günahtır. Nitekim bir ayette, “Amellerinizi ibtal etmeyin” (Muhammed 47/33) buyrularak geçerli bir mazeret bulunmadıkça başlanılmış bir namazın bozulmasının haram olduğu belirtilmiştir. Ancak, namazı bozmak bazı durumlarda vacip, bazı durumlarda müstehab, bazı durumlarda da câiz olabilir.

Hiç şüphesiz, namaz kılanın kendisi veya başkası için can ve mal kaybının veya tehlikesinin söz konusu olduğu durumlarda başlanılmış bir ibadetin bozulması vacip olur.

Mesela, bir yangını söndürmek, kalp krizi geçirmekte olan birini tedavi etmek veya onu hastaneye götürmek, boğulmakta olan birini kurtarmak, yırtıcı bir hayvanı savmak için namazı bozmak gibi. Hatta bu gibi hallerde namazın kazâya bırakılmasında da bir günah bulunmamaktadır. Cemaate katılmak veya malı çalmakta olan hırsıza engel olmak ve benzeri durumlar için namazı bozmak ise müstehaptır.

Namazın bozulmasının câiz olduğuna, çocuğunun başına bir tehlike gelmesinden endişelen veya yemeğin yanmasından korkan birisinin namazını bozması örnek olarak gösterilebilir

Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler

Bazı vakitler vardır ki, bu vakitlerde namaz kılmak yasaklanmıştır. Bu vakitlere “mekruh vakitler” veya “kerâhet vakti” denir ve şunlardır:

1. Güneşin doğmasından bir veya iki mızrak boyu yükselmesine kadar olan vakit. Güneşin bir veya iki mızrak boyu yani beş derece yükselmesi demektir ki, güneşin doğuşundan itibaren yaklaşık otuz dakika sürer. Temkin süresi de buna eklenirse, güneşin doğuşundan itibaren yaklaşık 40-50 dakika kadar bir süre namaz kılınmamalıdır. Bu süreden sonra kerâhet vakti çıkmış olur. Artık istenilen nâfile veya kazâ namazları kılınabilir. Kerâhet vaktinin çıkıp çıkmadığı basit bir usûlle de belirlenebilir. Şöyle ki, çeneyi göğse dayayarak güneşe doğru bakılır; eğer güneş ufuktan yükselmiş olduğu için görülmezse, kerâhet vakti çıkmış demektir.

2. Güneşin tam tepe noktasında bulunduğu zamandan zevâlin bitimi vaktine, yani öğle namazı vakti girdiği zamana kadar olan vakit. Hatırlanacağı gibi, bazı fıkıh bilginleri şer’î gündüzü esas alarak kerâhet vaktinin başlangıcını zevâlden yaklaşık 40-50 dakika öncesi olarak kabul etmişlerdir.

3. Güneşin sararıp gözleri kamaştırmaz bir hale gelmesinden batmasına kadar olan vakit.

Bu üç vaktin dışında, aşağıda zikredeceğimiz vakitlerde ise sadece nâfile (buna sünnetler dahil) namaz kılmak mekruhtur.

1. İkinci fecrin yani fecr-i sâdığın doğmasından güneşin doğacağı zamana kadar olan vakit. Bu vakitte nâfile namaz olarak sadece sabah namazının iki rek‘at sünneti kılınabilir.

2. İkindi namazının farzı kılındıktan sonra güneşin batımına kadar geçen sürede nâfile namaz kılmak mekruhtur.

3. Akşam namazının farzından önce nâfile namaz kılmak mekruhtur. Ancak Şâfiî mezhebine göre akşam namazının farzından önce iki rek‘at namaz kılmak, sünnet-i gayri müekkede olup müstehaptır.

4. Bayram namazlarından önce ve sonra nâfile namaz kılmak mekruhtur. Ancak Ebû Hanife’ye göre bayram namazından sonra evde nâfile namaz kılmak mekruh değildir.

5. Farz namaz için kâmet getirilirken sabah namazının iki rek‘atlık sünneti dışında nâfile namaz kılmak mekruhtur.

6. Hac esnasında Arafat ve Müzdelife’de namazlar cem‘ edilirken aradaki sünnetleri kılmak mekruhtur.

7. Hatip hutbeye çıktığı zaman ve hutbe esnasında nâfile namaz kılmak mekruhtur. Ancak hatip hutbeye çıkmadan önce başlanılan sünnet tamamlanır.

8. Farz namaz için vakit daraldığı halde nâfile namaz kılmak mekruhtur.

KUR’ÂN ÖĞRENME VE OKUYANIN HATALARI (Zelletü’l-Kârî)

Kur’ân Okuyup Öğrenme ve Dinleme

Namazın rükünlerinden birinin kıraat olduğu ve bunun da farz olduğu önceden ifade edilmişti. Her Müslümanın namazı câiz olacak miktarda Kur’ân-ı Kerim’den ayet ve sûreler ezberlemesi farz-ı ayındır. Fâtiha sûresi ile diğer bir sûreyi ezberlemesi ise, vaciptir ki, bununla namazın bir rüknü olan kıraat farzı da yerine getirilmiş olur. Kur’ân ı Kerim’in diğer kısımlarını ezberlemek de Müslümanlar için bir farz-ı kifâyedir.

Kur’ân-ı Kerim’de: “Biz, Kur’ân’dan öyle bir şeyi indiriyoruz ki, o müminler için bir şifa ve rahmettir; zalimlere ise ziyanı artırır” (el-İsrâ 17/82) buyurulmuştur. Hiç şüphesiz, mümin Kur’ân’dan feyz almasını bildiği ve bu maksatla okuduğu, dinlediği için Kur’ân ayetleri kendisine şifadır, rahmettir ve rehberdir. Bu sebeple Kur’ân’ı ezbere okumak veya Mushafa bakarak yüzünden okumak da bir ibadettir.

Böylece, onu anlar, ondan feyz alır, en önemlisi de onunla amel eder. Kur’ân-ı Kerim’i okuyup öğrenmek gibi başkalarına öğretmek de büyük bir ibadettir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: “Sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve onu başkalarına öğretenlerinizdir” (Buhârî, Fezâilü’l- Kur’ân, 21).

Okuyanın Hatası (Zelletü’l-Kârî)

Kur’ân-ı Kerim’i okumadaki bir hataya, okuyanın sürçmesine “zelletü’lkârî” denir. Kur’ân-ı Kerim’in bir kelimesi kasden değiştirilir ve bununla da anlam değişirse, böyle bir okuyuşla namazın bozulacağı konusunda görüş birliği vardır.

Namaz kılan kişinin, Kur’ân-ı Kerim’i okurken mesela, öksürmesi gibi bir sebeple nefesi kesildiği için durulmaması gereken bir yerde durduğu zaman, okumaya devam ederken anlamın bozulmayacağı bir yerden okumaya başlaması gerekir. Geçilecek yerde durmak veya durulacak yerde geçmekle anlam bozulmazsa, böyle bir okuyuşla namazın bozulmayacağı konusunda görüş birliği vardır. Anlamın bozulması halinde ise âlimlerin çoğunluğu namazın bozulmayacağı yönünde fetva vermişlerdir.

Çünkü büyük bir halk kitlesinin bundan kaçınıp sakınması güçtür. Söz gelimi sin ile sad harfleri gibi mahreç yakınlığı bulunan harfleri birbirine karıştırarak okumada veya mesela zâl ile zı harfleri gibi yaygın olarak karıştırılan harfleri birbiri yerine okuma halinde namaz bozulmaz. Anlamı fâhiş ölçüde bozan veya değiştiren okuma hataları namazı da bozar. Böyle bir durumda hemen dönüp gerekli düzeltme yapılırsa namaz geçerli olur.

EZAN VE KÂMET

Ezan, sözlükte bildirmek demektir. Dinî terim olarak ise ezan, farz namazların vaktinin girdiğini bildirmek için, yüksek sesle okunan, belirli mübarek sözleri ifade eder. Ezan’ın sözleri şöyledir:

Allahü ekber, Allahü ekber, Allahü ekber, Allahü ekber;

Eşhedü enlâ ilâhe illallah, Eşhedü enlâ ilâhe illallah;

Eşhedü enne Muhammeden-rasûlullah,Eşhedü enne Muhammmeden rasûlullah;

Hayye ale’s-salâh, Hayye ale’s-salâh;

Hayye ale’l-felâh, Hayye ale’l-felâh;

Allahü ekber, Allahü ekber; Lâ ilâhe illallah.

Türkçesi: Allah büyüktür (dört defa). Şahitlik ederim ( yani bilir, tanır ve açıklarım) ki, Allah’tan başka tanrı yoktur (2 defa). Şahitlik ederim(yani bilir, tanır ve açıklarım) ki, Muhammed Allah’ın elçisidir (2 defa).Haydi namaza (2 defa). Haydi kurtuluşa (2 defa). Allah büyüktür (2 defa). Allah’tan başka tanrı yoktur (1 defa). Ayrıca sabah namazının ezanında “Hayye ale’lfelâh” tan sonra iki defa okunmak üzere “es-Salâtü hayrün mine’n-nevm” (Namaz uykudan hayırlıdır) cümlesi ilâve edilir.

Ezanın meşruiyeti Kur’ân, Sünnet ve icma ile sabittir. Hanefî mezhebindeki yaygın kanaate göre ezan erkekler için vacip derecesinde sünnet-i müekkededir. Diğer mezheplerde farklı görüşler bulunmakla birlikte yaygın kanaat, ezanın farz-ı kifâye olduğudur. Ezan, beş vakit farz namaz ile cuma namazı için okunur. Bunların dışındaki namazlarda ezan yoktur. Beş vakit farz namazlar kazâ edilirken de ezan okunur. Ancak birden fazla farz namaz kazâ edilirken her biri için ayrı birer ezan okumak müstehab olmakla birlikte hepsi için bir ezan yeterlidir.

Ezan okuyan kişiye müezzin denir. Müezzinin, Müslüman, akıllı, erkek ve bâliğ olması şarttır. Bu şartları taşımayanların okudukları ezan geçerli değildir. Müezzinlik yapacak kişi, tüm insanlığa Allah’ın varlığını, birliğini, Peygamberin risâletini ilan etme, inananları namaza, inanmayanları kurtuluşa çağırma gibi çok önemli bir görevi ifa eder. Bu sebeple, böyle kutsal bir görevi ifa edecek kişi, özellikle namaz vakitleri ve ezanla ilgili fıkıh bilgisine sahip, muttaki, gür ve tatlı sesli olmalıdır. Bu nitelikleri taşıyanların ezan okumaları tercih edilir.

Ezan bir yönden de namaz gibi Allah’ı anmak, O’na yakarışta bulunmaktır. Bu yüzden müezzin, ibadet aşkıyla, abdestli olarak yüksek bir yerde ayakta ve kıbleye yönelerek sesinin çıktığı kadar yüksek bir sesle ezanı okur. “Hayye ale’s-salât” derken sağ tarafa, “Hayye ale’l-felâh” derken sol tarafa döner. Minarede ise, gerektiğinde dolaşarak ezanı okur ve sesinin yükselmesi için parmaklarının uçları ile kulaklarını tıkar.

Aslı “ikâmet” olan “kâmet” ezan ile birlikte teşri kılınmıştır ve sözleri ezanınki gibidir. Ancak “Hayye ‘ale’s-salâh” tan sonra iki defa “Kad kâmeti’s-salât” (Namaz başladı, namaz başladı) ilave edilir. Kâmet de erkekler için sünnettir. Ezan yavaş, yavaş okunur, kâmet ise hızlı getirilir.

Bir vakit için bir ezan okunur ve bir kâmet getirilir. Sadece cuma namazı için iki ezan okunur. Bu sebeple, bir cami veya mescidde cemaate yetişemeyenler, namazı cemaat halinde kılacak olsalar, ezan okumaları ve kamet getirmeleri gerekmez. Bir mahalle veya köyde camiden okunan ezan yeterlidir; bu genel ezanı duyanların evde, iş yerinde ve benzeri yerlerde tek başına namaz kılarken tekrar ezan okumaları gerekmez.

Ezan sesinin ulaşmadığı kırlarda ve yerleşim birimlerinin dışında ise, farz namaz kılanların ezan okumaları müstehaptır; terk etmeleri ise mekruh değildir. Ancak bu gibi durumlarda kâmetin terk edilmesi mekruhtur. Namaz dışında da bazı sebeplerle ezan okumak menduptur. Meselâ, yeni doğan çocuğun sağ kulağına hafif bir ses ile ezan okumak; ayrıca, yangın ve savaş esnasında, yolcunun arkasından, çölde yolunu kaybetme halinde ve buna benzer hallerde ezan okumak menduptur.

CEMAATLE NAMAZ, İMÂMET VE MESCİD

Cemaatle Namaz

Cemaatin Önemi ve Fazileti

Sözlükte, “cemaat”, insan topluluğu demektir. Fıkıhta ise, cemaat, içlerinden birini imam yapıp birlikte namaz kılan topluluğu ifade eder. Cemaatin en az sayısı, imam ve ona uyan kişi ile birlikte olmak üzere iki kişidir. Hatta imama uyan kişi, kadın yahut bir mümeyyiz çocuk da olabilir.

Cuma ve bayram namazlarında cemaatin en az sayısı, mezheplere göre değişmektedir. Ancak, cemaat ne kadar fazla olursa, sevabı o derece fazla olur. Cemaatle kılınan namazda kendisine uyulan kişiye imâm ve bu kişinin görevine de imâmet denir.

İmama uymaya “iktidâ”, “ittibâ” adı verilir ki, bu kişiye de muktedî, müttebi, me’mûm ve mü’tem gibi adlar verilir. Tek başına namaz kılana da münferid denir. Sözlükte, “yetişen”, “kavuşan” anlamına gelen müdrik kelimesi, fıkıh terimi olarak namazın başından sonuna kadar imama uyup bütün rek‘atları onunla birlikte kılan kimseyi ifade eder. İmama ilk rek‘atın rükûunda yetişen kimse de müdrik adını alır.

Namaza imamla birlikte başladığı halde kendisinde uyku, dalgınlık, aşırı kalabalıktan dolayı sıkıntı veya abdestin bozulması gibi bir durum meydana gelmesi sebebiyle namazın tamamını veya bir kısmını imam ile kılamayan kimseye lâhik denir.

Lâhik durumuna düşen kişi, kaçırdığı rek‘atları, sanki imamın arkasında kılıyormuş gibi kılarak namazını tamamlar. İmama namazın başında değil, birinci rek‘atın rükûundan sonra mesela, ikinci, üçüncü ve dördüncü rek‘atlarında uyan kişiye mesbûk denir. Mesbûk, imam selam verdikten sonra “Allahu ekber” diyerek ayağa kalkar ve imam ile kılamadığı rek‘atları münferid gibi kılar.

Cemaatle namaz kılmak, ezan gibi, İslâm’ın sembol (şiâr) hükümlerinden biridir. Cemaatle kılınan namaz ile Müslümanların birliği, birbirlerine bağlılığı gösterilmiş olur, Müslümanlar arasında sevgi ve dayanışma duygusu uyanır, bilmeyenler bilenlerden istifade eder. Sâlih kişilerle birlikte kılınacak namazların, yapılacak duaların Allah katında daha çok kabul edileceği ümit edilir. Hz. Peygamber, cemaatle namazın faziletini de bir çok hadisleriyle açıklamışlardır (Buhârî, “Ezan, 9, 32, 34; Müslim, “Salât”, 129, 131).

Bu konuda: “Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir” (Buhârî, “Ezan”,30; Müslim, “Mesâcid”, 345) anlamındaki hadis örnek olarak gösterilebilir. Beş vakit farz namazlar, cuma ve bayram namazları, terâvih namazı, ramazan ayında vitir namazı cemaatle kılınır. Cuma namazının cemaatle kılınması farzdır. Diğer namazların cemaatle kılınması ise sünnet-i müekkededir.

Saf Düzeni

Peygamber Efendimiz, namazda safların düzgün ve sık olmasına büyük bir önem vermiş ve Müslümanları günde beş defa Allah’ın huzurunda bir araya getiren namazın belirli bir düzen içinde kılınmasının esaslarını bildirmiştir. Buna göre, imama uyan bir kişi olup erkek ise, imamın sağ tarafında, kadın ise arada bir saflık boşluk bulunacak şekilde arkasında durur.

Cemaat iki kişi ve daha fazla ise, imamın arkasında dururlar. Cemaat, çeşitli sınıflardan olunca, imamın arkasında önce erkekler, sonra erkek çocuklar, daha sonra da kadınlar saf tutarlar. Hanefîler’e göre bu sıraya erkekler ile erkek çocukların uymaları sünnet, erkekler ile kadınların uymaları ise farzdır.

İmâmet (İmamlık)

Namaz İmamlığının Şartları

Namazda imam olmak ve imamlık etmek için aranan başlıca şartlar şunlardır: Müslüman olmak, bâliğ olmak, akıllı olmak, namazın câiz olabileceği kadar sûre ve ayeti ezberden okuyabilmek, erkek olmak ve özürlü olmamak.

İmamın Namaz Esnasında Dikkat Edeceği Hususlar

İmam olan kişinin, cemaat içinde yaşlı, hasta ve ihtiyaç sahiplerinin bulunduğunu dikkate alması ve cemaate ağır gelecek şekilde namazı uzatıp insanları cemaatten uzaklaştıracak davranışlardan kaçınması gerekir. Öte yandan imamın, namazı usûl ve âdâbına uygun olmayan bir tarzda acele kıldırması da mekruhtur. Yine imamın, namaz kıldırırken kendisine kolay gelen ayet ve sûrelerden okuması vaciptir.

Henüz iyice ezberlemediği ayetleri okumamalı, bir ayette yanılır, hatırlayamazsa, namazın câiz olacağı kadar okumuşsa, hemen rükûya gitmeli, bu miktarda okumamışsa bir başka ayete geçmelidir. Cemaat kalabalık olduğu için, imamın aldığı intikal tekbirleri arkada bulunan cemaat tarafından duyulmuyorsa, müezzin aracı olarak bu tekbirleri yüksek sesle tekrar eder. İmam, namaz bittikten sonra yüzü cemaate karşı gelecek şekilde oturarak sünnet olan dua ve zikirleri yapar.

Cemaatin Namaza Başlarken Uyması Gereken Hususlar

Cemaatle namaz kılan kişinin, hem namaza hem de imama uyduğuna niyet etmesi gerekir. Yine imama uymanın sahih olabilmesi için, imam ile cemaatin namaz kıldıkları yerin hakikaten veya hükmen bir bütünlük halinde olması gerekir. Bu sebeple, imam ile cemaatin arasında yüksekçe bir duvar olup imamın görülmesi veya sesinin işitilmesi mümkün olmazsa, bu durumda imama uyulmuş olmaz. Yine imam ile ona uyan kişi arasında kayık geçecek genişlikte bir dere, (suyolu, ark) veya ırmak veyahut araba geçecek genişlikte olup üzerinde o namaz için saf tutulmayan insan veya araç trafiğine açık bir yol bulunması durumunda da imama uyma geçerli olmaz

NAMAZLARIN KAZÂSI

Bir namazı vaktinde kılmaya “edâ”, herhangi bir sebeple bozulan bir namazı yeni baştan kılmaya “iâde”, vaktinden sonra kılmaya da “kazâ” denir. Vaktinde kılınmayan beş vakit namazın kazâsı farzdır. Vitir namazının kazâsı da vaciptir. Şâfiîler sünnetlerin kazâsının müstehab olduğunu ileri sürmüşlerdir. Hanefîler’e göre sabah namazının farzı sünnetiyle birlikte kılınamamışsa, o günün güneşinin doğup kerâhet vakti çıktıktan sonra istivâ vaktine kadar bu sünnet, farz ile birlikte kazâ edilir.

Bir de öğlenin ilk sünneti, cemaatle farza yetişmek için terk edilecek olsa, farzdan sonra kazâ edilir. Cuma namazının ilk dört rek‘atlık sünneti de böyledir ve kazâ edilebilir. Bir namazı özürsüz olarak ve sırf tembellik yüzünden kazâya bırakmak büyük bir günahtır. Her ne kadar bu namaz, kazâ edilmekle kişinin namaz borcu ödenmiş olur ise de, bu namazın geciktirilmesinden dolayı meydana gelen günahın affedilmesi için tevbe ve istiğfar gerekir.

Altı vakit namazdan az kazâsı bulunan kişiye sahib-i tertîb adı verilir. Böyle bir kişi önce kazâya kalan namaz/namazlarını sırasıyla kılar, sonra da vakit namazını edâ eder. Ancak kazâya kalmış namazlar birden fazla olup da vakit bunlardan yalnız bir kısmı ile vakit namazına müsait ise, tertîbe riayet etmek gerekmez ve vakit namazının kazâya kalmamasına dikkat edilir.

Altı veya daha fazla vakit namazı kazâya kalan kişinin, sahib-i tertîb sayılmayacağı için kazâya kalan namazlar ile vakit namazları arasında sırayı gözetmesi gerekmez ve dolayısıyla kaçırdığı namazları kazâ etmeden de vakit namazlarını kılabilir.

Şâfiî mezhebine göre, sahib-i tertîb adı verilen kişinin, tertip ve sıraya uyarak namazları kılması müstehaptır. Birkaç kişi, kazâya kalan aynı namazlarını cemaatle kılabilirler. Nitekim Hz. Peygamber, Hendek savaşında kazâya kalan namazları cemaatle kıldırmıştır.

Mazeretsiz kılınmayan kazâya kalmış namazların evde kılınması daha iyidir. Çünkü günahları gizleyip teşhir etmemek ve böylece yaygınlaşmasını önlemek gerekir.

Namaz: Genel Esaslar – İslam İbadet Esasları 3.Ünite

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. selamun aleyküm hocam eksik notları eklemenizi bekliyoruz.

    Cevapla