Toplumsal Ahlâk – İslam Ahlak Esasları 8.Ünite

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

GİRİŞ

İnsan, bedeni ve ruhuyla bütünlük arz eden bir varlıktır. O, bedenî ve ruhî eğilimleriyle bir bakıma bir “istekler ve eğilimler” varlığıdır. Ancak onun bu istek ve eğilimlerini nasıl gerçekleştireceği, son derece önemlidir.

İşte bu nokta, insanın ahlâkî boyutunu oluşturur. Ahlâk, bizden arzu ve isteklerimizi makul ve mutedil biçimde gerçekleştirmemizi ister. Nitekim ahlâkî erdemler böyle ortaya çıkar.

Öte yandan, insan toplumsal bir varlıktır. İnsan kavramının türediği “üns” kökü bile, “beraber yaşama” anlamıyla bize onun “toplumsal” yönünü hatırlatır. Zaten ahlâkî erdemler de insan ancak bir topluluk içinde yaşarken gerçekleşir. İnsan yalnız başına yaşarken “erdemli” olamaz. Çünkü iyilik ya da kötülük yapma imkânı yoktur.

İnsan “toplumsal” bir varlık olunca, onun toplumda, başkalarına karşı uyması gereken birtakım ilkeler vardır. İşte bu ilkeler “toplumsal ahlâk” olarak adlandırılır.

Bu ilkelerde din, ahlâk ve hukuk birbirine destek verir. İslâm ahlâkının koyduğu ahlâk ilkeleri, toplumsal huzur ve mutluluğun elde edilmesinde büyük önem arz eder. İslâm ahlâkı “başkası”nı önemsediği ve ona değer verdiği için, başkalarıyla iyi geçinmemizi istemiştir.

Doğruluk, yardımlaşma ve dayanışma, başkalarıyla iyi geçinmek, büyükleri saymak ve küçükleri sevmek, iyiliği tavsiye etmek, kötülükten sakındırmak, kardeşlik, akraba, komşu ve dostluk ilişkilerini önemseyip bunların hakkını gözetmek vb. ilkeler, İslâm ahlâkının koyduğu toplumsal ilkelerdir.

Dikkat edilirse bunlar, hep “başkası” ile gerçekleşen ilkelerdir. “Başkası”nı korumayı, hakkını gözetmeyi, ona yardım etmeyi ve onu “iyi”leştirmeyi ilke edinen bir ahlâk anlayışının kurduğu medeniyet, bir “hayır medeniyeti” olmuştur.

Hz. Peygamber, her konuda olduğu gibi, sosyal hayata ilişkin davranışlarıyla, toplumsal ilişkileriyle de bizim için çok yönlü, güzel bir örnektir.

İnsanın Varlık Yapısı ve Ahlâkî Boyutu

İnsan, mükemmel olarak yaratılmış bir varlıktır. Felsefî antropoloji insanın“biyopsişik” bir varlık olarak niteler. O, salt biyolojik değil, ama salt psişik bir varlık da değildir. Onun hem bedenî, hem de ruhî ihtiyaçları vardır. Onu salt bedenî bir varlık olarak görmek, materyalist bir yaklaşımla hayvanî düzeye indirmek demektir.

Salt ruhî bir varlık olarak algılamak ise, onu bir manastıra kapatarak keşişler gibi sürekli ibadet etmesini istemek demektir.

Yardım, bir insana kendi gayretiyle elde edemeyeceği bir imkânı elde etmesinde veya karşılayamayacağı bir ihtiyacı karşılamasında veya def edemeyeceği bir belayı başından savmasında ona sözle, fiziki olarak veya daha başka bir vasıta ile destek olmaktır.

Yardımı hayr haline getiren, onun nihai olarak insani varoluşu te’yid ve tahkim etmesi, onun muhafazası ve gelişimine katkıda bulunulmasıdır. Yardımlaşma, yardımın karşılıklı olarak gerçekleşmesidir. Yardımlaşma toplumsal görevlerimizden biri, toplum içinde yaşamanın, uymayı zorunlu kıldığı ahlâkî bir ilkedir. Dinimiz, yardımlaşmaya büyük önem vermiştir.

Kur’ân’da ve hadislerde yardımlaşma sadece teşvik edilmemiş, aynı zamanda emredilmiştir. İnsanlar arasındaki ilişkiler, yardımlaşma ile gelişir, dinimizin kazandırdığı kardeşlik duygusu da yardımlaşma ile güçlenir.

Kur’ân-ı Kerîm’de: “İyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın.” (Mâide/5: 2) buyrulurken, yardımlaşmanın ilkesi verilmekte ve sınırları çizilmektedir. Buna göre, insanlar ancak iyi olan işlerde ve kötülüklerden sakınmak için birbiriyle yardımlaşmalıdırlar.

Akraba İlişkileri

Anne ve baba tarafından kan bağıyla bağlı olduğumuz yakınlarımıza “akraba” denir. Baba tarafından amcalar, halalar ve çocukları; anne tarafından da teyze ve dayılarla onların çocukları en yakın akrabalarımızdır. Sonra dedemiz ve ninelerimizin yakınları ile bu halka genişler.

Akrabalarımızı ziyaret edip, hal ve hatırlarını sormak, onları sevip saymak da ahlâkî görevlerimizdendir. Muhtaç durumda iseler, zekât ve yardımlarımıza da öncelikle lâyık olanlar onlardır.

Sevinçli ve üzüntülü günlerimizde akrabalarımızı da yanımızda görmek isteriz. Sevincimizin onlarla arttığını, üzüntümüzün ise azaldığını hissederiz. Akrabalarımızla olan ilişki, İslâm dinî literatüründe “sıla-i rahim” kavramı ile ifade edilir. Sıla-i rahim, kısaca “akrabalık bağı” demektir.

Geniş anlamda ise, akrabaya saygı göstermek, onları ziyaret ederek hallerini sormak, zaman zaman telefon açmak, gerekirse yardımlarına koşmak suretiyle aralarındaki bağın güçlenmesini sağlamaktır.

Dinimiz akrabalık bağına ve bu bağın güçlendirilmesine o kadar önem vermiştir ki, Hz. Peygamber bir hadîsinde, akrabalık bağlarını koparan, akrabalarıyla olan ilişkilerini tamamen kesen kimsenin cennete giremeyeceğini ifade etmiştir. (Müslim, “Birr”, 17, 18

Başka bir hadîsinde Peygamberimiz: “Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse, misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse, akrabasını görüp gözetsin. Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse, ya hayır söylesin ya da sussun.” buyurmuştur. (Buhârî, “Edeb”, 31; Müslim, “İman”, 74, 75; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 122, 123)

Hz. Peygamber’in koyduğu bu ilkelere uyulduğu takdirde, akrabalarımızla olan ilişkilerimiz güçlenecek, bu sayede de toplumda yalnızlığa itilen çağdaş insan, kendini daha güçlü hissedecektir. Ancak, akrabalar arasındaki kutsal bağın, birtakım çıkar ve menfaatlerle zedelenmemesine dikkat etmeli, zaman zaman ortaya çıkabilecek kırgınlıkların uzun süre devam etmesine izin vermemelidir.

Nişan ve düğünler, özellikle de bayramlar, kırgınlıkların giderilmesi için bir fırsat olarak görülmelidir. Böyle zamanlarda akrabalık bağını yeniden kurmak için ilk adımı atan kişi, dinen ve ahlâken takdir edilecek bir iş yapmıştır.

Komşuluk İlişkileri

Aile ve akrabalarımızdan sonra yakın ilişki içinde bulunduğumuz kişiler, komşularımızdır. Komşularımızı bazen kendimize akrabalarımızdan bil yakın hissederiz. Akrabalarımızın çoğu, belki de hepsi çok uzağımızda olabilir. Ama komşularımız hemen yanı başımızdadırlar.

Başımıza kötü bir şey geldiğinde, akrabalarımıza çabuk duyuramayabiliriz. Ama komşumuza seslendik mi, hemen gelip yardımcı olmaya çalışır. Atalarımızın da “Ev alma, komşu al.” derken vurguladığı gibi, toplumsal hayatta komşuluk çok önemlidir.

İyi komşu bize güven verir, bir yere giderken gözümüz arkada kalmaz. Durum böyle olunca, komşuluk hakkının korunması ve komşuluk ilişkilerinin bozulmaması için bazı kurallara uymak gerekir. “Ey Allah’ın Elçisi! Komşumun benim üzerimdeki hakları nelerdir?” şeklinde bir soru soran sahabîye, Hz. Peygamber’in verdiği cevap bu konuda bize ışık tutmaktadır:

a) Hastalanırsa ziyaretine gidersin.
b) Ödünç bir şey isterse verirsin.
c) Darda kalırsa yardım edersin.
d) Başına bir felâket gelirse teselli edersin.
e) Bir nimete kavuşur, sevindirici bir gelişme olursa tebrik eder, sevincini paylaşırsın.
f) Vefat ederse cenazesine katılırsın.
g) Evinin çatısını onunkinden yüksek yapma ki onun rüzgârını kesmeyesin. 

Dostluk İlişkileri

Dostluk ve arkadaşlık, toplumsal bir varlık olan insanın en önemli ihtiyacıdır. Çocukluğumuzda oyun oynarken, öğrenciliğimizde okula gidip gelirken, çarşıda dolaşırken hep yanımızda iyi anlaştığımız bir arkadaşımızın bulunmasını arzu ederiz.

Kindî ve İbn Miskeveyh dost kavramını; “Sen demek olan bir başkası” şeklinde tanımlar. (İbn Miskeveyh, 1983,  141) Bu tanım, kişinin, “dostum, arkadaşım” dediği kimseyle adeta bütünleştiğini, duygu ve düşüncelerinin bir bakıma onunla özdeşleştiğini ifade eder. Gerçek dostluk böyledir. Aynı şeyi hisseder, aynı şeyi düşünürler. Çağımızda insanın gerçek dostlara olan ihtiyacı, başka dönemlerde olduğundan çok daha fazladır  ve manzarasını engellemeyesin.)” (Kandehlevî, 197 Dost seçiminde bu ilkeler gerçekten önemlidir. Dostluk ve arkadaşlık maddî ve manevî birçok şeyin paylaşıldığı güzel bir ilişkidir. Bu ilişkide sevinç ve kederler paylaşıldığı gibi, gerektiğinde imkânlar da paylaşılır. Taraflar birbirine sevgi ve saygı göstermek, doğru ve dürüst davranmakla yükümlüdür.

Dostluk ve arkadaşlık ilişkilerinde dikkat edilmesi gereken birkaç noktayı daha şöyle ifade edebiliriz:

a. Dostluklar bir çıkar ve menfaate dayanmamalıdır. Aksi halde menfaat sona erince, dostluk da sona erer. Hz. Peygamber, menfaate dayanmayan, Allah için olan dostlukları teşvik edip övmüştür. (Bkz. Müslim, “Birr”, 37)

b. Dostlarımızın güzel ahlâklı kimseler olmasına dikkat etmelidir. Atasözlerimiz dostluk ve arkadaşlığın önemini ne güzel vurgular: “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyim.”

“Kişi arkadaşından bellidir.”
“Üzüm üzüme baka baka kararır.”9, III, 1085)

Bu hadîsi atalarımız: “İsin yanına varan is, misin yanına varan mis kokar.” şeklinde özdeyiş haline getirmişlerdir.

c. Arkadaşımızın bir hatasını ya da kusurunu gördüğümüzde, onu kırmadan, uygun bir dille uyarmalıyız. Hz. Peygamber; “Mü’min, mü’min kardeşinin aynasıdır. Onda bir kusur gördüğü zaman, onu düzeltsin.” buyurmuştur. Ancak arkadaşımızın kusurunu veya ayıbını toplum içinde yüzüne vurup onu incitmekten, onun gururu ile oynamaktan itina ile kaçınılmalıdır.

Toplumsal Ahlâk – İslam Ahlak Esasları 8.Ünite

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir