Tarif, İsim ve Kapsam – Kelama Giriş 1.Ünite

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Tarif, İsim ve Kapsam – Kelama Giriş 1.Ünite

İslâm dininin konu ve muhtevasını oluşturan iki temel alan vardır. Bunlardan birincisi itikad (inanç), ikincisi ise amelî (pratik) alandır. Bu iki unsurun hakiki anlamda gerçekleştirilmesiyle, adına ahlâk dediğimiz bir sonuç çıkar ki bu da dinin üçüncü esasını teşkil eder.

Dinin inanç alanıyla ilgili hüküm ve delilleri kaynaklarından, yani Kur’an ve Sünnet’ten elde eden ilme kelâm, amelî alanıyla ilgili hükümleri bilmeyi sağlayan ilme de fıkıh denilmiştir.

KELÂM İLMİNİN TARİFİ

Kelâm kelimesi lügatte; bir fikri, bir manâyı tam olarak anlatan söz, lafız, konuşma, nutuk, ibare anlamlarına gelir. Bu çerçevede ilâhi söz ve emirler de aynı kelimeyle ifade edilir. Nitekim Kur’an’ın bir ismi olarak söylenen kelâmullah ifadesinin anlamı; Allah’ın sözü, O’nun konuşması, insanlığa hitabesi demektir.

Konusuna Göre Kelâmın Tarifi

Kelâm ilminin konusu İslâm dininin inanç alanıdır. Dini anlamda iman; Kur’an’ın iki kapağı arasında var olan muhtevanın tamamına inanmaktır. Dolayısıyla bunları, yani iman prensiplerini tek tek saymak mümkün değildir.

Kelâm ilminin konusu, Kur’an ve vahyin bütünüdür ve dolayısıyla o bütünlüğün şifreleri olan altı iman esasıdır. Ancak, geleneğimizde bu altı esasın bazıları diğerinin içinde var kabul edilip, indirgeme yapılarak daha kısa şekilde üç esas (usûl-i selâse) olarak ifade olunur ki bunlar; Allah’a, peygamberlere ve Âhirete imandır.

Kelâm ilminde ıstılahlaşmış haliyle bu üç esas kaynaklarımızda ilâhiyyât, nübüvvât ve semiyyât şeklinde ifade edilir. İşte buradan hareketle kelâm ilmi; Allah’ın zatından, sıfatlarından; peygamberliğe ait meselelerden; dünya ve ahiret (mebde ve meâd) bakımından yaratılmışların hallerinden İslâm ilke ve esaslarına göre bahseden ilimdir diye tarif edilmiştir.

Kelâm ilmi, başta Allah’ın zatı ve sıfatları olmak üzere bütün varlıkların nasıl var olduklarını, varlıklarının mahiyetini, varlıklarını nasıl devam ettirdiklerini ve varlıklarının bir sonunun olup olmadığını ve nasıl yok olacaklarını inceleyen bir ilimdir.

Kelâm ilminin tarifinde dikkat çeken önemli bir husus da konuları ele alırken İslâmî ilke ve esaslara göre hareket etmesi, böyle bir metodu kullanmasıdır. Bilindiği üzere felsefe de varlığın başlangıcı ve sonucundan yani, varlıkların bir başlangıcı olup olmadığıyla bir sonlarının olup olmayacağı, olacaksa nasıl olacağından bahseder. Bu demektir ki kelâm ilmi ile felsefe konu itibariyle benzer şeylerden bahsederler. Ancak bu iki düşünüş tarzı birbirlerinden metot itibariyle zaman zaman ayrılırlar. Bu ayrılıkta kelâmın tanımındaki “İslâm ilke ve esaslarına göre bahsetmek” kaydı çok önemlidir. Çünkü kelâm ilmi, konu edindiği bütün meseleleri aklın yanında vahyi ve nakli, yani Kur’an ve sünneti dikkate alarak çözümler veya hükme bağlar.

Kelam ilminin esas aldığı bu metotta akıl ile vahiy arasında bir öncelik ve sonralık belirlemekten ziyade her iki gerçekliğin insan ve varlık âlemindeki yerini ve rolünü vurgulamak ve doğru tespit etmek söz konusudur. Unutmamak gerekir ki başlangıçta vahyin doğruluğunu anlayarak onu kabul ve tasdik eden akıldır. Yani akıl, vahyin kabulünün kaynağıdır. Onun içindir ki din, aklı olmayanı muhatap almaz, onu sorumlu tutmaz.

Dini koyan Allah ile bizzat O’nun yarattığı insan ve varlık âleminde uyuşmazlık olmasını sağlam bir akıl nasıl tasavvur edebilir? Şayet böyle bir iddia var ise bu durum, din ve varlığın her ikisinin de sahibi ve kaynağı olan Allah ile O’nun yaratıklarını bir bütün olarak anlayamama sorununun ifadesidir.

Din, vahiy yoluyla ve peygamberler aracılığıyla bunları insana öğreterek, akla yardımcı olmuş, akıl da onların doğruluklarını kabul etmiştir. Şu halde akılla vahiy ya da bilimle din birbirlerinin rakipleri değil, tam aksine birbirlerinin yol arkadaşı ve yardımcılarıdırlar. Aklın tek başına halledemediği ve tıkandığı yerde vahiy onun yolunu ve önünü açmakta, ona yardımcı olmaktadır.

Netice olarak; kelâm ilmi nakli ve aklı bir arada tutan, her birine yerine ve durumuna göre değer veren metoduyla; meseleleleri sadece akılla çözmeye çalışan felsefeden ayrılmaktadır. Kelâm metodu genel olarak din (vahiy) ile aklı bir arada tutmayı temel almaktadır.

Gayesine Göre Kelâmın Tarifi

Kelâm ilmi, aklî ve naklî delillere dayanarak İslâm inançları ile ilgili ortaya çıkabilecek şüpheleri ortadan kaldırmaya ve anılan inanç ilkelerini açıklamaya ve ispat etmeye çalışan bir ilimdir.

Kelâm ilminin Kur’an ve Sünnet’te yer alan İslâm inanç esaslarıyla ilgili olmak üzere iki temel görevi ve gayesi vardır. Bunlardan birincisi; İslâm dininin inanç esaslarını aklî ve naklî delillerle ispat etmeye çalışmaktır. İkincisi ise; bu esaslar hakkında ortaya çıkabilecek şüpheleri izale etmek ve Müslüman olmayanların İslâm’a yöneltecekleri eleştirilere cevap vermek, onların iddia ve delillerini çürütmektir.

İslâm dininde, onun hayat telakkisinde biri dünya diğeri âhiret olmak üzere birbirinden kopuk, birbirleriyle ilişkisi olmayan iki ayrı dünya tasavvuru yoktur. Hayat bir bütündür. Hem dünyayı hem de âhireti içine alır. Binâenaleyh dünyayı yaşamadan âhireti yaşamak mümkün olmadığı gibi dünyanın hakkını vermeden âhiret mutluluğunu elde etmek mümkün değildir.

KELÂMIN FAYDASI VE GAYESİ

1. Kelâm ilmi sayesinde insan, aklî ve naklî delillerle desteklenmiş bir imanla taklitten tahkîke, gerçek ve sağlam bir inanca ulaşır.

2. Kelâm ilmi sayesinde elde edilen sağlam inanç bilgisi ve imanıyla insan, İslâm inançlarına ters düşen sapık akım ve cereyanlardan, her çeşit hurafe ve batıl inançlardan kurtulur. Böylece gerçek anlamda sahip olduğu inancını korur.

3. Kelâm ilmi doğru yolu arayanlara rehberlik ederken, hakkı, hakikati kabule yanaşmayan, ona karşı itirazlarda bulunan, şüpheler ortaya atanlara bunlardan kurtulmaları hususunda yardımcı olur.

4. Kelâm ilmi, sahip olduğu yöntemiyle gerek diğer din mensupları tarafından ortaya atılan kasıtlı şüphe ve itirazları, gerekse samimi olmalarına rağmen kimi şüpheleri olan insanlarca ileri sürülen tereddütleri ve itirazları göğüsleyerek İslâm inancını sarsıntıya uğramaktan korur.

5. Kelâm ilmi, diğer dini ilimler için bir temel oluşturur. Diğer dini ilimler kelâm ilmine istinad eder. Kelâm ilmi, konusu olması hasebiyle Allah’ın varlığını ve birliğini, nübüvvetin hak oluşunu, ilâhî kitapların gönderildiğini ispat edip âhiretin varlığını temellendirmedikçe diğer ilimlerin bu alanlarda yorum yapmalarından bahsetmek mümkün olamaz.

6. Kelâm ilminin en önemli faydalarından birisi de yaratıcı olarak Allah’a ve O’nun yaratmış olduğu tüm evrene, mahlûkata karşı görev ve sorumluluklarını bilen, bunun bilincinde olan bir imana sahip insanı yetiştirmek, bu insanlardan müteşekkil bir cemiyet inşa etmek ve böylece amelî (pratik) hayatta insanı mutlu kılmaktır.

KELÂMIN KONUSU

Doğrudan doğruya dinî akideleri oluşturan konulardır ki bunlara mesâil ve makâsıd, yani ana konular ve amaçlar adı verilir. Bu anlamda kelâm ilminin ana konusu, temel itikadî meseleler, inanç ilkeleridir.Ana kelâm kaynakları da inanç konularını  üç temel esas (usûl-i selâse) başlığı altında ele almıştır. Bunlar, ilâhiyât, nübüvvât ve semiyyât konularıdır.

İlâhiyât denince bu başlık altında öncelikle Allah’ın varlığı, birliği, sıfatları ve fiilleri, yani yaratıp var etmesi ve tüm varlık âlemiyle ilişkisi konu edinilir. İkinci temel konu olan nübüvvât başlığı altında, vahiy ve vahyi getiren melek ile tüm meleklere iman ve vahyin toplanıp yazıldığı Kitap (Kur’an) ile tüm ilâhî kitaplara iman incelenir. Üçüncü ana başlık olan semiyyât konusunda, melek, cin, şeytan gibi görünmeyen varlıkların yanında bu dünya hayatının geçiciliği, ölümün bir son olmayıp, yeni bir hayatın, bir dirilişin başlangıcı olduğu, ebedî hayatın âhirette yaşanacağı, bu hayatın kıyamet denilen bir hâdise ile başlatılacağı konuları işlenir.

Bu temel itikadî meseleler bütün detaylarıyla incelenirken bunların daha doğru ve kolaylıkla anlaşılabilmelerini sağlamak için adına vesâil yani ana konuları anlamaya vesile ve yardımcı olan konular ele alınır.

İslâm düşünce tarihi ve bilimdeki gelişmeye bağlı olarak vesâil konuları değişiklik ve gelişme göstermiştir. Şöyle ki; İslâm’ın ilk asrından sonraki dönemlerde felsefenin İslâm dünyasına girerek yayılmaya başlaması sonucunda aklî izah ve yorumlar daha çok ağırlık kazanınca kelâm ilmi de tabiî ve kaçınılmaz olarak aklî izahlara yer vermeye başlamıştır. Böylece kelâm ilminin ele aldığı konular farklılık arz etmeye başladığı gibi takip edilen metotta da değişiklikler olmuştur. Bu safhada kelâm ilmi evrende var olan her mevcudu (varlık) konu edinmiştir. Yani var olan her şey, her varlık, var olması bakımından kelâm ilminin konusunu teşkil eder. 

Daha sonraki dönemlerde adına müteahhirîn denilen ve Gazzâlî ile başlayan kelâmcılar asrında felsefenin yanında mantık ilmi dâhil edilmesiyle kelâm ilminin konusu buna paralel olarak yeniden genişlemiştir. Bu gelişme neticesinde zihin dışında var olmadığı halde, dinî esaslarla uzak ya da yakın bir ilişkisi bulunmak şartıyla beşer tarafından bilinebilen her şey, yani malûm kelâm ilminin konusu haline gelmiştir.

Kelâm ilmi her şeyden önce varlık meselesini, yani Allah’ın varlığı ve birliğini konu ve maksat edinir.

Bu maksada ulaşmada acaba akıl mı nakil mi daha önemlidir? Sorusunu yeniden düşünmek gerekir. Hemen ifade edelim ki işin başlangıcında nakil söz konusu değildir. Zira Allah inancı yokken nakil diye bir şey düşünülemez. Dolayısıyla burada ilk önce aklî muhakeme ile Allah’ın varlığına ulaşmak gerekmektedir. Kaynak olarak kelâm ilmi için aklın önemi burada karşımıza çıkmaktadır. Bundan dolayıdır ki Mâturîdiye ve Mu‘tezile gibi önemli kelâm ekolleri, vahiy ulaşmasa bile insanın aklıyla Allah’ın varlığını bilmesi gerektiğini, aksi takdirde sorumlu tutulacağını belirtirler.

Gelinen noktada bugün kelâm ilminin konusu ve yöntemi ne olmalıdır? Bu soruyu sorarken, geçmiş dönemlerde söylenenlerin hiçbirinin bugün artık işe yaramadığı zannıyla bunu sormamalıyız. Aksine onların yaptığı gibi, zamanın gelişen ve değişen soru ve sorunlarına, tarihi birikimimizi de ortaya koyarak çağın diliyle cevaplar bulmalıyız. Bunun için, gelişen sosyal ilimlerde ulaşılan seviye ve sonuçlardan istifade ile geçmişte bu gelişmeler ışığında kelâm ilminin konusu nasıl genişletildi ise benzer bir şekilde günümüzde de yeni konular ve yeni yorumlar geliştirilmelidir. Açıktır ki sosyal ve diğer beşeri bilimlerin gelişmelerine paralel olarak yeni bazı metot ve izah tarzları yapılmak zorundadır.

KELÂMIN YERİ VE ÖNEMİ

İslâm inançlarına içeriden ve dışarıdan yapılabilecek olan itirazlar, ortaya atılacak şüphe ve tereddütler ile İslâm itikadını sarsmayı hedef edinen akımları, hurafe ve batıl inançları tesbit ederek onlara gerekli cevabı vermesi kelâm ilminin önemini göstermektedir. Demek ki kelâm ilmi, bir taraftan İslâm’ın inanç esaslarını belirleyip onları izah ederken, diğer taraftan dışarıdan gelebilecek yıkıcı ve bâtıl inanç sistemlerine karşı gerçek İslâmî inanç, prensip ve kaideleri savunmak konumundadır. Bu anlamda kelâm ilmi içte İslâm inanç sisteminin tahkikini yaparken dışa doğru onun bir savunusunu gerçekleştirmektedir.

Kelâm ilminin maksadını, yani ana ve öncelikli konusunu teşkil eden inanç esasları bütün peygamberlerin tebliğlerinde yer almış değişmez ve evrensel gerçeklikler olduğundan kelâm ilmi bu anlamda gerçek ve evrensel bir ilimdir. Öte yandan bu ilim, diğer dinî ilimlerin esas ve dayanağı konumundadır. Çünkü onun ana konusu olan inanç esasları sahih ve sağlam bir şekilde ortaya konmadan bunlar üzerine inşâ edilebilecek bir fıkıh, bir tefsir, bir hadîs ve benzeri ilimlerden bahsolunamaz.

Büyük İslâm bilgini Gazzâlî (ö. 505/1111) ilim tasnifi yaparken onları önce aklî ve dinî olmak üzere ikiye ayırır. Sonra bunların her birinin küllî ve cüzî kısımlara ayrıldığını söyler. Ona göre dinî ilimlerin içinde küllî olan kelâm ilmidir. Fıkıh, tefsir, hadîs gibi diğer ilimler ise cüzî ilimlerdir. Çünkü müfessir, sadece Kur’an’ın manasına bakar. Muhaddis sadece hadîsin sabit oluş yollarını araştırır. Fakih sadece efâl-i mükellefînin hükümlerini tesbite çalışır. Usûl-i fıkıh ile meşgul olan âlim ise şerî hükümlerin delilleriyle uğraşır. Kelâm ise araştırmaya varlıkların en umumî olanından başlar ki o da “mevcud” dur. Sonra o, bu mevcudu vasıflarına göre kısımlarına ayırır ve onlar hakkında yorumlarda bulunur. O halde bütün dinî ilimlerin dayandığı esas ve prensipleri ispat etmek vazifesini üzerine alan ilim kelâm ilmidir. Diğer ilimlerin hepsi kelâma nisbetle cüzî ilimlerdir. Bundan dolayı İslâmî ilimler içerisinde kelâm ilmi, rütbesi en yüksek olan ilimdir. Çünkü cüzî ilimlere geçiş bu ilimden olmaktadır.

Ayrıca, kelâm ilminin tarifi, konusu, gayesi ve mertebesi gibi konulara özel bir önem veren, büyük İslâm bilginlerinden Adudiddîn el-Îcî (ö. 756/1355) ile Sadüddîn et-Taftazânî (ö. 793/1390) kelâmın en önemli, en üstün ilim (eşrefu’l-ulûm) olduğuna işaret etmektedirler.

Kelâm ilminin İslâmî ilimler içerisindeki yeri ve önemi bu kadar açık olmakla birlikte onun ve kullandığı metodun aleyhinde konuşanlar da olmuştur. Her güzel, doğru ve faydalı şeyin yanında olmak bir fazilet olmasına rağmen, günümüzde olduğu gibi tarihte de bunlardan hoşlanmayanların olduğu maalesef görülmüştür.

İbn Asâkir’in (ö. 571/1176) belirttiği üzere, kelâm ilminin zor bir ilim olması nedeniyle onunla ilgilenmek, o sahada söz sahibi olmak zordur. Ayrıca bu ilmi elde etmenin sonucunda peşin ve hazır bir takım dünyevî menfaatler elde edemeyeceklerini görenler bu ilme iltifat etmedikleri gibi onunla uğraşanları da tenkit etmekten geri durmamışlardır. (Bkz. İbn Asâkir, s. 359).

KELÂMIN İSİMLERİ

el-Fıkhu’l-ekber :  Hanefî mezhebinin büyük imamı; İmam Azam Ebû Hanîfe yapmış ve bu sahada yazdığı eserine el-Fıkhu’l-ekber (en büyük fıkıh) adını vermiştir.

Ebû Hanîfe fıkhı; “Kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir” şeklinde tarif eder. İslâm düşüncesinin amelî alanında ortaya çıkan en önemli ve yaygın mezheplerden birisinin imamı kabul edilen Ebû Hanîfe, fıkhı böyle tanımlarken, inanç alanında yazdığı eserine bu ismi vererek şöyle demek istemektedir: İtikadî alandaki bilgi fıkıh ilminde konu edinilen amelî alandaki bilgiden daha üstündür. Çünkü itikattaki bilgi asıldır, ameldeki bilgi ise ferîdir, ikinci derecededir. Onun için kişinin bilmesi gereken ilk ve en önemli bilgi inanç alanına ait bilgidir. Ebû Hanîfe akla önem veren bir âlimdir. Onun bu yaklaşımını akâid sahasında da görmekteyiz. Bundan dolayı onun akâid alanında yazdığı el-Fıkhu’l-ekber ile diğer akide risaleleri selef metodundan kelâm yöntemine geçiş özelliği taşıyan bir özelliğe sahiptirler.

Akâid :  Akâid, akîde kelimesinin çoğuludur. Akîde, gönülden bağlanılan, kesinlikle karar verilen, düğümlenmişcesine sağlam şekilde katiyetle inanılan şey, itikad ve iman demektir.

Binaenaleyh akâid ilmi iman esaslarını konu edinen ilmin adıdır. Şu halde İslâm akâidi, İslâm dininin amelî alanıyla değil, itikadî alanıyla ilgili hükümlerden bahseden bir ilimdir.

Tevhîd ve Sıfatlar İlmi : Lügat açısından tevhîd; bir şeyin bir olduğuna hükmetmek, onu bir olarak bilmek, bir şeyi diğerlerinden ayırarak onu tek kılmak, birlemek, bir kılmak anlamlarına gelmektedir. Bir ıstılah olarak tevhîd; mutlak manâda Allah’ın bir olduğunu bilmek, O’ndan başka ilâh bulunmadığına, zât, sıfat ve fiillerinde eşi, benzeri ve dengi olmadığına inanmaktır. Bir başka ifadeyle tevhîd; Allah’ın zâtını, düşünce ve anlayışta tasavvur edilebilen, vehim ve zihinlerde tahayyül olunabilen her şeyden tecrid ve tenzih etmektir.

Şunu önemle belirtelim ki Allah’ın birliğinden maksat, O’nun sayı yönünden bir olması değildir. Çünkü sayı yönünden bir olmak sadece Allah’a mahsus değildir ve bu anlamda ikincisi ve benzeri bulunmayan herhangi bir varlığa da “birdir” denebilir.

Allah’ın birliğinden esas maksat; O’nun hiçbir sûretle benzerinin olmaması, sahip olduğu yüce, ezelî ve ebedî isim ve sıfatlarıyla hiçbirşeye benzememesi, benzeri veya zıddının bulunmaması, bir sayısı da dahil olmak üzere yaratılmış tüm vasıflardan, değişimden, yok olmadan, maddi anlamda herhangi bir sınırlama ve huduttan münezzeh olması, doğmamış ve doğurmamış olması, kısa ve özlü Kur’an ifadesiyle “hiçbir sûretle denginin bulunmamasıdır.” (el-İhlâs, 112/4). Onun birliğini sayı yönünden anlamak Onu gerçek manâda ifade edemez. O, bütün birlerin kendisine muhtaç olduğu sayı üstü birdir.

İşte kelâm ilmi, bu anlam ve çerçevede Allah’ın birliği ve tüm sıfatlarından bahsettiği için ona tevhîd ilmi denmiş ve bu isimle eserler yazılmıştır.

Selef uleması bu konularda tartışmalara katılmış ve bunlar hakkındaki düşüncelerini kaleme aldıkları eserlerinde ifade etmişlerdir. İşte bu eserlere onlar tevhîd risâlesi ismini verirlerken bu tartışmaların yapıldığı ilme ise tevhîd ve sıfât ilmi denilmiştir. Bu çerçevede, konusu sadece Allah’ın sıfatları olmak üzere yazılmış eselere örnek olmak üzere İbn Huzeyme (v. 311/923)’nin Kitâbu’t-tevhîd ve İsbâtu sıfâtı’r-rab isimli eserini zikredebiliriz.

Kelâm ilminin bütün bu konularını ele alıp inceleyen eserlerden bir kısmına müellifler yine tevhîd kitabı adını vermişlerdir. Mâturîdiyye kelâm ekolünün fikir önderi ve imamı olan İmam Ebû Mansûr el-Mâturîdî (ö. 333/944)’nin önemli kelâm eserine “Kitabu’t-tevhîd” adını vermesi buna açık bir örnektir.

Usûlü’d-dîn : Usûl, asıl kelimesinin çoğuludur. Asıl kelimesi lügatte; kök, esas, temel, kaynak, başlangıç yeri, belli başlı, en mühim, en önemli, gerçek ve hakîkat, bir şeyin üzerine bina edildiği temel anlamına gelmektedir. Usûlü’d-dîn ise, dinin aslını, esasını oluşturan, dinin amel, ahlâk gibi diğer unsurlarının kendisi üzerine bina edildiği temel, yani imana, itikada taalluk eden konulardır. Kelâm ilmi, dinin aslını oluşturan akîdeyi, temel inanç ilkelerini kendisine konu edindiği için bu isimle adlandırılmıştır.

Kelâm alanında yazılmış eserlerin bir kısmına “Usûlü’d-dîn” adı verilmiştir. Abdulkahir el-Bağdâdî (ö. 429/1038) ile Ebu’l-Yusr Muhammed el-Pezdevî (ö. 493/1099)’nin Usûlü’d-dîn isimli kelâm eserleri bunun birer örneğidirler. Ayrıca Ebu’l-Hasan el-Eş‘arî (ö. 324/936)’nin “el-İbâne an usûli’d-diyâne” adlı eserinde de bu isme vurgu yapılmaktadır.

Nazar ve İstidlal İlmi :  Eşya hakkında düşünme ve bu yolla, henüz bilgisine ulaşılamamış şeylerin bilgisine ulaşmak amacıyla zihinde önceden var olan bilgileri düzenlemek, bir araya getirmek ve böylece bir sonuca ulaşmak çabasına nazar ve istidlal denir.

Kelâm ilmi, ele aldığı problemlerin çözümünde metot itibariyle tefekkürü, düşünmeyi ve akıl yürütmeyi esas aldığı için bu isimle adlandırılmıştır. Bundan dolayı kelâm ilmiyle ilgili eserlerde, nazar ve istidlalin temelini oluşturan, onun ilkelerini belirleyen bilgi problemi, bilgi edinme yolları ve bilginin kaynağı gibi konulara giriş mahiyetinde yer verilmiştir.

Kelâm İlmi : Bu ilmin en çok ve yaygın olarak kullanılan ismi kelâmdır. İslâm dininin akâid esaslarını naklin yanında aklî delilleri de kullanarak açıklamaya çalışan bu ilme söz anlamına gelen kelâm ismi verilmesinin nedenleri hakkında şunlar söylenmektedir.

1. İslâm düşüncesinin ilk asrında Allah’ın sıfatları meselesi anlaşılmaya çalışılırken bu çerçevede üzerinde en çok tartışma yapılan sıfat kelâm sıfatı olmuştur. Bu yüzden bu ilme kelâm ilmi denilmiştir.

2. Bu ilim, naklî ve aklî delillerle desteklenen kuvvetli kanıtlara dayanır. Onun için kalbe en fazla tesir yapan ve ona nüfuz eden ilim budur. Bundan dolayı yaralamak manasına gelen kelm kökünden türetilen kelâm sözü bu ilme ad olarak verilmiştir.

3. Bu ilim, dinin aslı olan itikadî meselelerin hakikatini araştırırken insana kelâm, yani söz söyleme, konuşma gücü verir.

4. Öğrenilmesi ve öğretilmesi gereken bilgiler ilk defa sözle öğretilir ve öğrenilir. Dinî düşüncede, hakkında ilk önce söz edilmesi, yani konuşulması gereken ilim ise elbette itikad ilmidir. Onun için bu ilme kelâm ilmi denilmiştir.

5. Bu ilmin konuların dindeki yeri ve önemine binâen, onlar hakkında insanın aklına çok çeşitli sualler geldiğinden dolayı karşılıklı, çok ve dikkatli konuşmayı, yani kelâmı gerektirir. Çünkü karşıdaki insanın ikna edilmesi gerekir. Bundan dolayı bu ilme kelâm ilmi denilmiştir.

6. Bu ilimde kullanılan naklî ve aklî delillerin kuvvetinden dolayı, diğer ilimlere nazaran “artık kelâm dediğin işte budur, diğerleri değil” anlamında, bu ilmin konuları hakkında söylenen sözün, diğer sözleri kesip bitiren söz olduğu için kelâm ismi verilmiştir.

7. İlimlerin tedvin ve tasnif edildiği ilk dönemlerde herhangi bir konuya başlanırken “el-kelâm fî keza-şu konudaki söz, görüş” şeklinde başlık atılırdı. Her ilmin müştereken kullandığı bu usûlde yer alan kelâm ifadesi, hakkında başlık atılmaya, söz söylenmeye en layık konu itikattır, vurgusunu çağrıştırmak üzere, husûsen inançla ilgilenen ilme ad olarak verilmiştir.

8. İslâm düşüncesinin ilk mümessilleri olan Selef uleması itikadî konularda naklin muhtevası ile yetinir, aklî izah ve yorumlarda bulunmazlardı. Onlar bu konularda teslimiyetçi bir yol izlemeyi daha çok tercih ederlerdi. Fakat zamanla Müslümanlar, farklı yollar ve nedenlerle diğer din, kültür ve medeniyetlerin mensuplarıyla daha yoğun temasa geçtiler. İşte bu durum İslâm itikat düşüncesindeki bir metot değişikliğini zorunlu kıldı.

Bu ilme kelâm adının verilişinin en önemli ve etkili nedenini, Kur’an’ın, kelâmullah yani, Allah’ın sözü, O’nun kelâmı olduğu gerçeğinde aramak daha doğru olur. İlim olarak kelâmın konusu, İslâm dininin temel meselesi, gerçekleştirmek istediği ana hedefi sahih ve sağlam itikattır. İtikadın değişmez ve mutlak kaynağı ise şüphesiz ki Allah’ın sözü, kelâmı olan Kur’an’dır.

KELÂM VE DİĞER İLİMLER

Kelâm ilminin diğer ilimlerle ilişkisini; diğer İslâmî ilimler, felsefe, tabiat ilimleri ve sosyal-beşerî ilimler olmak üzere dört ayrı başlık altında incelemek doğru olur.

Kelâm ve Diğer İslâmî İlimler

Fıkhın konusu olan ibadet ve muamelat, dinî bir düşünce bağlamında ele alındığına göre her şeyden önce dinin ne demek olduğu, imanın mahiyeti ve mutlak varlık olarak Allah’ın varlığı ve birliğinin ispat olunması, sonra ona ibadetin niçin ve neden yapılması gereğinin ortaya konması gerekir. Allah’ın yaratıkları arasındaki ilişkiyi belirleyen muamelat ilkelerinden bahsolunabilmesi de buna bağlıdır. Sonra, ibadet ve muamelattan ibaret olan bu hayatın sonunda ebedî bir mükâfat ve ceza yurdunun, yani âhiretin varlığı ve var olması gerekliliği ispat edilmeli ki ilkeli ve düzenli bir hayat yaşanabilsin.

Hadîs ilminin varlığı da bu anlamda yine doğrudan doğruya nübüvvetin ispatıyla alakalıdır. Bir peygamber olmadan ıstılahî anlamda “hadîs”ten bahsedilemeyeceğine göre, nübüvvet meselesini ana konularından birisi olarak ele alan Kelam ilmi hadîs ilminin de temelini oluşturur.

Kelâm ve Felsefe

Gerek kelâm ilmi gerekse felsefe bir bilgi kaynağı olarak akla ve aklî ilkelere önem verirler. Fakat felsefe, meselelere çözüm bulmaya çalışırken sadece akla dayanır. Halbuki kelâm ilmi, akla dayandığı gibi nakli yani vahiy yoluyla bize ulaştırılmış olan ilahî bilgiyi de önemli bir bilgi kaynağı olarak kabul eder ve ele aldığı konuları her iki bilgi kaynağından hareketle izah ve ispata çalışır. Felsefenin yöntemi ise böyle değildir. Filozofun düşünce sistemi salt akla dayanır. Akıl, filozofu nereye kadar götürür ve hangi sonuca ulaştırırsa onu kabul eder. Kelâm ilmi ise ulaştığı neticelerin ilâhî bilgi ile örtüşüp örtüşmediğine ve dinin temel ilke ve değerlerine uygun olup olmadığına dikkat eder. Böylece felsefenin tek bilgi kaynağına nisbetle Kelam ilmi iki ayrı bilgi kaynağınına sahiptir.

Bir başka açıdan, kelâm ilminin İslâm’ın inanç esaslarını ortaya koymak ve onların müdafaasını yapmak gibi bir gayesi vardır. Bunu yaparken tabii olarak ilahî bilgiyi dikkate alır. Felsefenin böyle bir gayesi olmadığından vahyî bilgi onun için delil teşkil etmez. Dolayısıyla ulaştığı neticelerin vahyin prensiplerine uygun olup olmadığı da felsefe için önemli değildir.

Evvela şunu ifade etmek gerekir ki kelâm ve felsefe her ne kadar aynı konuları tahlil etseler de metotları farklı iki ayrı ilim dalıdır. Bu bakımdan onları olumlu-olumsuz, doğru-yanlış gibi ölçütlerle birbirleriyle mukayese etmek doğru olmaz. Dolayısıyla bir insan mutlak aklıyla hareket ederek varlık hakkında bir sonuca ulaşmak isterse o felsefe yapmış olur. Ama varlık hakkında vereceği aklî hükümleri vahyin ilgili olduğu alanlarda vahyin süzgecinden de geçirirse onun yaptığı ameliyenin adı kelâm olmuş olur. Bunlar, başlangıçta karar verilerek yapılacak olan ayrı metot ve işlerdir ve tamamen kişisel bir tercihtir.

Kelâm ve Tabiat İlimleri

Varlığı konu edinmeleri açısından bu ilimler arasında konu birliği olmakla birlikte, kelâm ilminin varlık perspektifi daha geniştir. Çünkü tabiat bilimleri varlığı yalnız bu dünyadaki durumuyla ele alır. Bir yaratanın bulunup bulunmadığıyla uğraşmadığı gibi, duyulur alemin dışıyla da ilgilenmez. Halbuki kelâm ilmi varlığı ele alırken ilk ve mutlak varlık olan ve diğer varlıkları da yaratan Allah’ın zâtını konu edindiği gibi, duyulur alemin dışında kalan gâib alanla doğrudan ilgili bir bilim dalıdır.

Tabiat kanunlarının nedeni nedir ve nedensellik nedir? Âlemde bir determinizm var mıdır? Sonra tabiat kanunlarını keşfedip anlamanın amacı nedir? Ve bütün bu evrende olup biten olaylar ve gerçeklikler ortasında insanın konumu nedir? Tümüyle eşya niçin ve kim tarafından yaratılmıştır? Bir yaratıcı var mıdır, yok mudur? Bütün bu sorular, kelâmın varlığı incelerken sorduğu temel sorulardır ve bu ilmin amacı da bu sorulara cevap bulmaktır.

Kelâm ile tabiat bilimleri arasında var olan konu birlikteliği ile yöntem farklılığını kısaca böylece belirttikten hemen sonra ifade edelim ki daha iyi ve isabetli olması yanında, daha anlaşılabilir ve daha derinlikli bir kelâm ilmi için hiçbir ayırım yapmadan tabiat bilimlerinin hepsinin verilerinden yeterince ve fazlasıyla istifade etmek zorunludur.

Kelâm ve Sosyal-Beşerî İlimler

Kelâm ile insan ve toplum bilimleri, işin tabiatı gereği birbirleriyle yakından ilgilidir. Çünkü akâide dair meselelerin kaynağı ilahî ise de onların üzerinde gerçekleştiği ve bu meseleleri konu edinen insanın bizzat kendisidir. İtikat ve inanç insanın bilincinde ve toplumun vicdanında yaşar. Bu bakımdan inanç konuları aynı zamanda insanî ve toplumsal konulardır.

DHBT Dersleri olarak DHBT Sınavlarında Bu Üniteden Mutlak Manada Soru Çıkmıştır. O yüzden Kelam’a Giriş dersimizin bu ünitesine ait çalışmamızı eksiksiz yapmamız gerekmektedir.

Tarif, İsim ve Kapsam – Kelama Giriş 1.Ünite

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir