Zekât – İslam İbadet Esasları 6.Ünite

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

GİRİŞ

Sözlükte “zekât” kelimesi, “temizlenmek, arınmak, bereket, güzel anış ve övmek” manalarına gelir. Fıkıh dilinde ise “zekât”ı geniş ve dar anlamda olmak üzere başlıca iki açıdan ele almak gerekir: Geniş anlamda zekât kavramı, “mal zekâtı” olarak kabul edilen “farz zekât” ile “beden zekâtı” olarak kabul edilen “vacip fitre”yi içine alır. Dar anlamda “zekât”, İslâm dininin beş rüknünden biri olan “mal zekâtı”, başka deyişle “malî ibadetolan zekâttır. Bu anlamıyla zekât, “şartlarına uygun olarak, zekâta konu olan mallardan belli bir miktarını zekât alacaklısına Allah rızası için temlik etmek” demektir. Kur’ân-ı Kerim’de “zekât” kelimesi otuz iki yerde geçmektedir.

Bunlardan sekizi mekkî, kalanı da medenî sûrelerde olmak üzere otuzu bilinen terim anlamında, ikisi ise değişik anlamlarda kullanılmıştır. Bu isim dışında, sadaka (on iki yerde ve hep medenî sûrelerde geçer), hak, birr, infak ve ta’âmu miskîn gibi çeşitli isimler altında zikredilirken, namazla birlikte yirmi yedi yerde tekrarlanır.Zekât ödemek, gerekli şartları taşıyanlara farz-ı ayındır. Bu yükümlülüğü yerine getiren kişi, dünyada borçtan kurtulmuş olur, âhirette ise sevaba hak kazanır.

Zekâtın farz olduğu Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabittir: “Zekâtı verin” emrini tekrarlayan yirmibeş kadar ayet bulunmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.), “İslâm dini, beş temel üzerine kurulmuştur: Kelime-i şehadet, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve ramazan orucunu tutmak”. (Buhârî, “İman”, 37; Müslim, “İman”, 1) buyurmaktadır. Farz kılınmasından itibaren Müslümanlar zekât ödemiş, bütün Müslümanlarca benimsenen bu durum icmâ-ı ümmeti meydana getirmiştir.

Zekât, zarûrât-ı dîniyyedendir; farz olduğunu inkâr eden dinden çıkar. Ancak inkâr, bilgisizlikten dolayı olursa veya yükümlü yeni Müslüman olmak veya çevre şartları dolayısıyla bunu bilemeyecek kimselerdense, kendisine zekâtın farz olduğu öğretilir.

Zekât ödemeyenlerin âhiret azabı konusunda, Yüce Allah, “Ey iman edenler! Hahamlar ve rahiplerin pekçoğu, insanların malını haksızlıkla yerler. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarfetmeyenlere, can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinin kızdırıldığı gün; alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. Bu kendiniz için biriktirdiğinizdir, biriktirdiğinizi tadın denecek’’ (et-Tevbe 9/34-35) buyurur.

Bu ayette geçen“biriktirme (stok)”, zekâtı ödenmeyen paraları içine aldığı gibi, bazı fakihlere göre zekâtı ödensin veya ödenmesin ihtiyaçtan fazla olarak elde tutulan malları da kapsamaktadır.

Bir hadiste ise Hz. Peygamber şunları belirtmektedir: “Yüce Allah kime mal verir de zekâtını ödemezse, kıyamet gününde o mal, sahibine simsiyah iki benek bulunan gayet zehirli (ve zehirinin etkisinden başı) kel bir yılan şeklinde görünerek boynuna gerdanlık yapılacak; sonra da iki çene kemiğini (avurdunu) iki tarafından yakalayıp, ‘Ben senin malınım, ben senin biriktirdiğinim’ diyecek” (Buharî, “Zekât”, 3).

SADAKA KAVRAMI

Zekâtla ilgili kavramlardan birisi, aslında zekâtın da altında bulunduğu şemsiye kavram olan sadakadır. Sözlük manası itibarıyla sadaka, Allah Teâlâ’ya kulluk konusunda “sıdk ve sadakat (doğruluk ve bağlılık), merhamet” manasına gelir. Fıkıh dilinde ise “Kişinin malından sırf Allah rızası için, muhtaç kimselere temlik (teslim) edilmek üzere ayırdığı miktar” demektir. Sadaka vermeye tasadduk denir.

Aslında sadaka kavramı, hem zekât ve fitre, hem de nâfile sadakalar için kullanılan genel bir kavramdır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de ve hadislerde kullanılan sadaka kelimesi, mecburi olan zekât için kullanıldığı gibi, mecburi olmayan infaklar için de kullanılır.

Bu sebeple, sadaka kavramı, zekâttan daha kapsamlıdır. Bununla birlikte “sadaka” kelimesi, genellikle mecburi olmayan nâfile infak ibadeti için kullanılır. Bu anlamda sadaka, ne mecburidir ve ne de miktarı ve ödeme zamanı tayin edilmiştir. Fakirlere verilen sadakanın tam karşılığı, “İnfâk fi Sebîlillah”, yani “Allah yolunda mal harcamak”tır.

Sadaka vermek, çok büyük bir sevaptır. Sadaka, Müslümanların hayır hasenat yollarında birleşip kaynaşmalarını sağlayan manevi güç kaynağı olmuştur. Peygamberimiz (s.a.) mü’minlere sadaka vermeyi emredince sahabeden sadaka vermeye gücü yetmeyenler, Medine çarşısında su satıyorlar, bunun karşılığında kazandıkları hurmaların bir kısmını fakirlere ve miskinlere vererek sadaka sevabına ulaşıyorlardı.

Demek ki sadaka; ayrıca Müslümanı çalışmaya ve kazanmaya yönelten bir enerji kaynağı olmuştur. Hz. Peygamber’in “Veren el, alan elden üstündür.” buyurması da bu doğrultuda Müslümanları “veren el” olmaya, helal yoldan çalışıp kazanmaya doğru harekete geçirmiştir.

Bir Müslümanın sadaka verebilmesi için kendisinin ve ailesinin muhtaç durumda olmaması ve borçlu bulunmaması şarttır. Üzerinde kul borcu olan kişinin, ilk önce onu ödemesi gereklidir.

Sadaka konusunda Hz. Peygamber’in (s.a.) tavsiyesi şu sırayı izler:

1) Önce kişisel görevlerin yapılması,

2) Artanın aileye, çoluk-çocuğa harcanması,

3) Artanın akrabaya sadaka olarak verilmesi,

4) Son artanın konu komşuya ve muhtaçlara tasadduk edilmesi. Sadakanın miktarı, bir yandan verenin, öte yandan verilecek muhtaç kişinin durum ve şartlarına göre değişir.

ZEKÂTIN AMAÇLARI VE İŞLEVLERİ

İslâm’ın beş rüknünden biri olan ve temizlemek anlamına gelen zekât, bu temizlemeyi üç yönden gerçekleştirir:

1- Ahlâki Yönden: Zekât ahlâkî temizlik yönünden; hırsı, tamahı ve zenginlerin hak yedikleri fikrini yok eder. Fakirlik sorununu çözmede, zenginleri etkin ve sorumlu kılar. İnsan ruhunu hırsa bağlı olarak büyüyen servet hâkimiyetinden kurtarır. Kur’ân-ı Kerim Müslümanı şöyle ikaz eder: “Siz, sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar, asla iyiliğe ermiş olamazsınız.

Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir” (Âl-i İmrân 3/92). Kur’ân-ı Kerim de ısrarla bu ahlâkî arınma noktasına işaret etmiş, zekâtın hikmetini bu hususa hasretmiş ve Hz. Peygamber’e hitaben şöyle buyurmuştur: “Onların mallarından sadaka al ki, bununla kendilerini (günahlarını) temizlemiş, bununla onları bereketlendirmiş (kendilerini muhlisler mertebesine yükseltmiş) olasın” (et-Tevbe, 9/103). Faizle zekâtı karşılaştırarak da şöyle buyurmuştur: “İnsanların mallarında artış olsun diye faiz (cinsin)de verdiğiniz şey Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekât ise, işte sevaplarını kat kat arttıranlar onlardır’’ (er-Rûm 30/39).

2- İktisadi Yönden: Zekât, servetin kendisini, eşit olmayan fırsatlardan istifadeyle gittikçe daha az ellerde toplanma eğiliminin şerrinden temizler. Zekât, az kimseden malların fazlalığını alır ve onu hayatın zaruretlerini sağlamak maksadıyla çok olan diğer insanlara verir. Bunun için servet kazanma teşvik edilmiştir: “Artık o namaz kılınınca yeryüzüne dağılın; Allah’ın lütfundan nasip arayın, Allah’ı çok zikredin ki umduğunuza kavuşasınız’’ (el Cumu‘a 62/10).

3- Sosyal Yönden: Zekâtın temizleme ameliyesini gerçekleştirdiği üçüncü alan, sosyal sahanın tamamıdır. Bir yanda fakir halkın, diğer yanda milyarları olanların bulunduğu millet, pek talihsiz bir millettir. Zekât sayesinde toplumsal farklılıklar azalır, zenginlere sırf bu yüzden düşmanlık duyulmaz. Kur’ân-ı Kerim’in sadakayı faizle karşılaştırması bundandır: “Allah faizin bereketini tamamen giderir. Sadakası verilen malları ise arttırır” (el Bakara 2/275). Zekât ile riba (faiz) ters doğrultudadırlar. Başından sonuna kadar, ahlâki ve manevi yönlerden birbirlerine zıttırlar.

Zekâtın toplumsal yardımlaşma ve dayanışma açısından ne kadar büyük bir potansiyele sahip olduğu, fakirliğin ortadan kaldırılmasında ve ülke kalkınmasında oynadığı etkin roller, somut örneklerle anlatılarak kişilere zekât bilinci kazandırılabilir. Zekâttan beklenen önemli faydaların elde edilebilmesi için, Müslümanların bir araya gelerek kuracakları güvenilir dernek ve vakıflarla zekâtların yerli yerince edâsı uygun düşer.

ZEKÂTIN YÜKÜMLÜLÜK ŞARTLARI

Zekât yükümlüsü olmak için, hem kişinin hem de zekât konusu malın belli nitelikleri taşıması gerekir.

A. Yükümlü ile İlgili Şartlar

İbadetlerle ilgili genel yükümlülük şartları, kural olarak zekâtta da söz konusudur. Bununla birlikte zekâtın malî bir ibadet olması yönünü daha baskın gören çoğunluk fakihler sorumluluk için akıl sağlığı yerinde olmak şartı ile bâliğ/ergin olmak şartlarını burada aramamışlardır. Onlara göre akıl hastasının ve çocuğun malı da zekâta tâbidir.

Çoğunluk (cumhur) görüşüne karşılık Ebû Hanîfe, aşağıda ayrıntısıyla anlatılacak olan “öşür” yani toprak ürünleri zekâtı dışında diğer zekât türlerinden sorumlu olmak için akıllı ve ergin olmayı da şart koşmuştur. Zekâtın farz olma şartlarından birisi de, farz olduğunu bilme sebep ve imkânının bulunmasıdır. Bunun için özellikle yeni Müslüman olanlara, İslâm’ın şartlarından birinin de zekât vermek olduğu öğretilir.

B. Mal ile İlgili Şartlar

Zekât yükümlüsü olmak için, sahip olunan malın şu beş niteliği taşıması gerekir:

1- Tam Mülkiyet

Zekâtın farz olmasının en önemli şartlarından birisi, malın mükellefin elinde tam mülkiyetle bulunarak dilediği gibi tasarruf hakkına sahip olmasıdır. Malın bizzat sahibinin elinde –zilyed olarak- mâlik sıfatıyla bulunması tam mülkiyeti meydana getirir. Bu sebeple, henüz ele geçirilmeyen mal için zekât ödemek gerekmez. Tam mülkiyet şu unsurlar bir araya gelince gerçekleşmiş olur:

a) Malın sahibinin elinde bulunması,
b) Malda başkasına ait hak bulunmaması,
c) Kendi seçimiyle tasarruf hakkı bulunması,
d) Fayda ve menfaatin mâlike ait bulunması.

Malın mülkiyet hakkı bulunmakla birlikte, kendisinden faydalanma hakkı bulunmayan mallar zekâta tâbi olmazlar. Meselâ, denize düşen, devletçe el konulan, evde değil açık arazide gömülüp izi kaybolan mallar ile inkâr edilen senetsiz alacaklar bu türdendir. Bu gibi mallar mâl-i dımâr (telef mal) adını alır. Fakat bu mallar ele geçince, –diğer şartları da taşırlarsa- zekâta tâbi olurlar.

Haram yollarla kazanılmış olan malların, bilinirse sahiplerine veya mirasçılarına geri verilmesi, bilinmezse -sevap beklemeksizin ve çok yakınlara harcanmaksızın- fakirlere tasadduk edilmesi gerekir. Haram ile helal karışmış ve ayırmaya imkân bulunmazsa, malın tamamı üzerinden zekât ödenir.

Ortak mallarda mülkiyet ortakların hisselerine göre düzenlenir. Her ortağın nisabı, ayrı ayrı hesaplanır. Bütün ortakların hisseleri nisabı doldurunca, hepsinin de zekât ödemesi gerekir. Alacaklar da zekât konusudur. Ancak alacakların durumuna göre zekât yükümlülüğü değişiklik arzeder. Zekât yükümlülüğü açısından tam mülkiyet şartını taşımadığından ancak teslim alınınca zekât düşen alacaklar, sağlam, orta kuvvette ve zayıf biçiminde üç kısımda ele alınır:

a) Sağlam Alacak (deyn-i kavî): Ödünç verilmiş paralar ile ticaret mallarının bedelleri olan alacaklardır. Bir alacak, istendiği zaman ödeyebilecek malî güçte olan, borcunu itiraf eden veya borcu sağlam belgelerle ispat edilebilen borçludaysa sağlam veya tahsili umulan alacak adını alır. Sağlam alacakların zekâtı, borçlular tarafından inkâr edilmedikçe, alacağın ele geçmesinden sonra, hem içinde bulunulan, hem de geçmiş yıllar için ödenir. Bu çeşit alacakların ele geçen kısmı, nisabın beşte biri olunca da zekâtın ödenmesi gerekir.

Beşte birden az olarak ele geçince, başka bir zekât konusu malla birlikte nisap hesabına girer. Buna göre ödenme ihtimali yüksek alacaklar için, her yıl zekât ödenir. Hanefî imamlarından Muhammed’e göre, sağlam alacak, borçlu tarafından inkâr edilmekte ise, alacaklının ispat edici belgeleri bulunsa bile, tahsil edildiği zaman, geçmiş yıllara ait zekâtı ödenmez. Sağlam görülen görüş de budur. Şu halde, borçlunun ödeme zorluğu çekmesi veya ödemeyi reddetmesi durumunda, alacağın zekâtı ancak tahsil edilince ve sadece o yıla ait olarak verilmelidir.

b) Orta Kuvvette Alacak (deyn-i mütevassıt): Ticaret alacağı olmayan ve adi alacak da denen alacaklardır. Ticarî işyeri olmayan ev, tarla vb. emlâkin kira alacakları, nafaka bedeli, zekâtı gerekmeyen bir malın ihtiyaç dolayısıyla satılmasından doğan alacaklar, birer orta alacaktır. Nisab miktarından (aşağıda açıklanacağı üzere 85 gr. altın bedelinden) az olarak ele geçen böyle bir alacağın tümünün zekâtını o anda hemen ödemek gerekmez. Ancak, mükellefin zekât düşen başka bir malı varsa, tahsil ettiği kısım ona ilave edilir. Ebû Hanîfe’ye göre, bu tür alacakların geçmiş yıllara ait zekâtı olmaz.

c) Zayıf Alacak (deyn-i zaîf): Hiçbir mal veya paraya bedel olmadan miras, vasiyet, mehir, diyet (ölüm/yaralama tazminatı) ve kadının ödeyeceği muhâle’a (anlaşmalı boşanma bedeli) vb. yollarla yepyeni bir kazanç olarak kişinin mülkiyetine başkasından geçecek alacaklar zayıf alacaklar adını alır. Bu çeşit alacaklar, tahsil edilip mülkiyete girince ve nisaba ulaşıp üzerinden bir yıl geçince zekâta tâbi olur. Geçmiş yıllar için zekât ödenmez, ancak bunlar başka bir zekât konusu mala eklenebilir.

2- Nisaba Ulaşma

“Zekâtın farz olması için tespit edilen malın en az miktarı” demektir. Nisabı, asgarî zenginlik miktarı, asgarî geçim indirimi veya özellikle zekâtın istisna sınırı olarak da ifade etmek de mümkündür. Nisap, kişiyi zengin kılar ve ona bazı sorumluluklar yükler. Nisaptan az malı olanlar, zengin sayılmaz ve onların bu malları nisabı bulana kadar aslî ihtiyaç olmakta devam eder.

Nisabın miktarıyla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’de herhangi bir belirleme yoktur. Bu miktar, sadece el-Bakara 2/219, el-A’râf 7/199 ve el-Furkân 25/67 ayetlerinde “el-afv”, yani mükellefin ihtiyaç fazlası gibi çok genel bir ifadeyle açıklanmıştır. Nisap konusuna açıklık kazandıran bilgi kaynakları, hadisler ve Hz. Peygamber’in uygulaması ile bunlar ışığında ileriye sürülen ictihatlardır.

Geleneksel anlayışta nisap türleri, nisab-ı ğınâ (yükümlülük doğuran zenginlik) ve nisab-ı istiğnâ (önleyici zenginlik) biçiminde iki bölümde ele alınır:

a. Nisab-ı Ğınâ (yükümlülük doğuran zenginlik): Bu zenginlik kendi arasında iki kısma ayrılır:

– Zekât Yükümlülüğü Doğuran Zenginlik: Temel ihtiyaçlardan sonra artıcı özelliğe sahip belli miktarda yıllanmış mal ve paranın bulunmasıdır. Bu zenginlik, zekât ödemeyi gerektirir, sadaka almayı haram kılar. Bu nisabın miktarı 85 gr. 22-24 ayar altının Türk Lirası karşılığıdır.

– Fitre ve Kurban Yükümlülüğü Doğuran Zenginlik: İhtiyaçtan fazlası olup yukarıdaki artıcı ve yıllanmış özelliği taşımayan malların zekât nisabına ulaşan miktarıdır. Bu zenginlik, fitre ve kurban kesme yükümlülüğü doğurur. Ayrıca, sadaka almayı da haram kılar.

b. Nisab-ı İstiğnâ (önleyici zenginlik): Bu çeşit zenginlik yükümlülük getirmemesinin yanında, bir yandan zekât ve fitre almayı, öte yandan da dilenmeyi önleyici özellikte olmak üzere iki kısımdır:

– Zekât ve Fitre Almayı Önleyen Zenginlik: Zekât konusu mallardan herhangi birinin nisabına sahip olan, zekât öder, ama alamaz. Bununla birlikte, bu miktar varlığı ve geliri olmasına rağmen geliri kendisinin ve ailesinin ihtiyacına yetmeyen, bu ihtiyaçları ölçüsünde zekât alabilir.

– Dilenmeyi Önleyen Zenginlik: Bir günlük rızkı ve örtünmeyi sağlayacak elbisesi olana (miskin), sadece bunlar için dilenmesi farz, daha fazlası için dilenmesi haramdır; sadaka alması ise haram değildir.

3- Nemâ (Artıcılık)

Malın zekâta tâbi tutulabilmesi için gerekli şartlardan biri de artan, gelir ve kazanç sağlayan bir mal olmasıdır. Zekâtın ifade ettiği anlam, büyümek ve artmaktır. Mal artıcı, gelir ve kazanç sağlayıcı özellik taşımaması halinde zekâta tâbi olmaz. Çünkü zekât, servet üretimi için gerekli sermaye malları üzerine konur, büyüme kabiliyeti olmayan servet üzerine konmaz. el-Bakara 2/219 ayetindeki “afv” (fazlalık) tabiri de buna işaret etmektedir. Nemâ iki kısma ayrılır:

– Hakiki nemâ: Bir malın doğum yoluyla, ticaretle veya tarım yoluyla gözle görülür artmasıdır. Dolayısıyla ticarete konu olan mallar, tarım ürünleri ve hayvanlar hakiki/gerçek nemâ özelliğine sahip mallardır.

– Hükmi nemâ: Bir malın bizzat kendisinde potansiyel olarak bulunan artma özelliğidir. Mesela para, altın ve gümüş hükmi/takdiri nemâ özelliğine sahip mallardır. Çünkü bunlar kar ve gelir getirme potansiyeline sahiptirler, ayrıca tasarruf amacıyla biriktirilirler.

Her iki şekliyle artıcı olmayan binek hayvanları, oturulan ev, kullanılan ev eşyası ve mesleği icrada gerekli olan aletler zekâta tabi değildir.

4- İhtiyaç Fazlası Olma

Zekât konusu malın, temel ihtiyaçlardan fazla olması gerekir. Fıkıh literatüründe “havâic-i asliyye” diye isimlendirilen temel ihtiyaç maddeleri, kişinin elinde bulunmadıkça hayatını devam ettirebilmesi imkânsız veya çok güç hale gelen ve zorunlu olarak sahip olunması gereken maddelerdir. Gıda maddeleri, giysiler, mesken, araba, işyeri ve iş-meslek gereçleri, bir yıllık nafaka başlıca temel ihtiyaçlardır. Temel ihtiyaçlar, bir sene süreyle mal sahibine tanınan istisna durumudur. İşte bunlar ve borçlar, nisap hesabı dışında tutulur.

Temel ihtiyaçlar için konulan ölçü, belli bir miktarla sınırlandırılmış olmayıp, her çağda ve yerde geçerli olabilecek esneklikte genel ilkeler olarak ortaya çıkmaktadır. Keyfî ve lüks harcamalardan kaçınmak şartıyla, normal seviyede bir hayat sürmek için Müslümanın yaptığı bütün harcamalar, zekâttan istisna edilir. Bir başka ifadeyle zekât konusu malın, yıllık temel ihtiyaçlardan sonra nisabı bulması ve artıcı olması gerekir.

Zekât: Temel ihtiyaçlar içinde yer alan borçların zekât mükellefliğini etkilemesi için, nisabı tamamen kaplaması veya eksiltmesi gerekir. Borçların, sadece önümüzdeki bir yıllık bölümü nisaptan düşülür. Daha sonraki yıllara ait borçlar, o yılların nisap durumunu etkiler. Zekât yükümlülüğünü etkilemesi açısından borçlar üç kesimde ele alınır:

– Kul Borçları: Ödünç, kira borcu gibi insanların birbirleriyle olan ticarî vb. ilişkilerinden doğan kul borçlarının mutlaka ödenmesi gerekir. Kul hakkı olmasından dolayı, ödeme sırası itibarıyla, dinî borçlardan ve bu arada zekâttan da önce gelirler. Zekât için gerekli diğer şartları taşıyan kimse, zekâta tâbi mallarından bu borçları hesap edip çıkaracaktır. Geriye kalan mal nisabı dolduruyorsa zekâtını öder, aksi halde bu kişiye zekât farz olmaz.

– Allah’a Ait Borçlar: Kullarca istenmesi söz konusu olmayan adak, keffâret, fitre, hac vb. borçlar, zekâtın farz olmasını engellemez.

– Allah ve Kul Hakkı Ortak Olan Borçlar: Allah’a ait olmakla birlikte, kullar tarafından da ödenmesi istenebilen borçlardır. Geçmiş yıllara ait veya henüz ödenmemiş zekât borcu gibi. Bunlar zekât yükümlülüğünü etkiler. Mesela bir kişinin nisaba ulaşan ve üzerinden bir yıl geçmiş fazladan parası olsa fakat geçmiş yıllardan kalan zekât borcu da bulunsa söz konusu borç kadar olan paraya ayrıca zekât düşmez.

Borçların zekât mükellefliğini etkilemesi için, başkasından ödeme imkânı bulunmadığından, nisabı tamamen kaplaması veya eksiltmesi gerekir. Borç hangi türden olursa olsun toprak ürünlerinde zekâta engel değildir. Şâfiîler ise hangi çeşitten olursa olsun borcun zekâtın vücûbuna engel olmadığını söylemişlerdir. Hanefîlere göre zekât borcu vasiyet edilmediği takdirde düşer, vasiyet edilince terikeden ödenir. Ölenin vasiyeti yoksa dünya ahkâmı bakımından, mirasçıların terikeden ölenin zekâtını ödemesi gerekmez; öderlerse bu nâfile sadaka yerine geçer.

5- Yıllanma (havelân-ı havl: takvim yılı, yıllanma) Bir mükellefe zekâtın farz olması için, nisap miktarı mala sahip olduktan sonra, malın üzerinden bir kamerî takvim yılının geçmiş olması gerekir. Bu duruma, havelân-ı havl ya da zekât yılı adı verilir. Takvim yılına tâbi her zekât konusu mal için, nisabın yılın başında ve sonunda bulunması gerekir. Yıl içindeki eksilme ve artışlar, sonucu değiştirmez. Bir kişiye zekât farz olduktan sonra, ödemenin geciktirilmesiyle veya -ne kadar uzarsa uzasın sürenin geçmesiyle zekât borcu zamanaşımına uğramaz.

Madenler ve defineler için havelân-ı havl şartı aranmaz. Ziraat ürünlerinin de zekâta tâbi olması için, hasattan sonra bir yıl geçmesi şart değildir. Her hasat mevsimi için –yılda birkaç kez ürün alınması halinde dahi- ayrı ödeme yapılır.

Mükellefin elinde bulunan zekât konusu malın havelân-ı havl (yıllanma) hesabı başladıktan sonra, meşru mülkiyet yollarından biriyle öbür mallara katılan her çeşit yeni mal, artış ve gelir, mâl-i müstefâd (ara/beklenmedik gelir) adını alır. Böyle bir mal, üzerinden yıl geçmesi şartı aranmaksızın zekât matrahına dâhil olur. Buna göre, kişinin düzenli geliri olan ücret ve maaşlar ile ikramiye, hibe vb. kazançlar da mâl-i müstefâd kabul edilir.

Malın kendi cinsinden veya kendi cinsi aracılığıyla meydana getirdiği artış, yavrulama veya kâr yoluyla olur. Asıl nisabı bulsun bulmasın, aslın nisabına eklenir ve aslın havelân-ı havline göre zekât birlikte ödenir. Asıl mal yalnız başına nisabı tamamlamaz ise, kâr dışında bir yolla elde edilen ve asılla birlikte nisabı tamamlayan gelirin takvim yılı, bu tamamlamanın gerçekleştiği tarihten başlar. Aslın cinsinden olmayan artış ve gelir, -meselâ deve yanında sığır, sığır yanında koyun, koyun yanında nakit- her biri başlı başına ele alınır, aslın nisabına eklenmez ve onun havelân-ı havline tâbi olmaz. Mâl-i müstefâdın kendisi nisabı bulursa, havelân-ı havli başlı başına hesaplanır ve zekât ona göre ödenir.

Takvim yılının dolmasından sonraki artış ve gelir, zekât konusu malın bedeli olmadığı takdirde, geçen takvim yılının nisabına eklenmez, elde edildiği yılın nisabına eklenir ve öylece zekâtı ödenir.

Yıl içinde nisap helak olunca, takvim yılı da sona ermiş olur. Bu sırada mükellef, yeniden nisabı elde ederse, takvim yılı da yeniden başlar. Zekât, genel olarak tek bir mal için, yılda tek bir kere ödenir. Bir malın veya paranın zekâtını ödedikten sonra, yine aynı mala aynı kamerî yıl içinde ikinci bir mükellefiyet yüklenmez. Çifte zekât (izdivâcü’z-zekât) denilen bu durum, bizzat Hz.Peygamber (s.a.) tarafından yasaklanmıştır. Ayrıca, zekâtı ödenen bir mala ikinci kez zekât yüklemek, makul ve insaflı da değildir.

ZEKÂT KONUSU MALLAR

A. Servet/Sermaye ve Bunların Geliri Üzerinden Ödenen Zekât

1. Hayvan Sürüler

Deve, koyun ve sığırların zekât konusu oldukları, Sünnet ve icmâ ile sabittir. Koyun ve keçi ile devenin nisap miktarı, konuyla ilgili hadisler doğrultusunda icmayla sabittir; sığırda nisap miktarı ise, farklı hadis rivayetleri dolayısıyla farklı sayıda belirlenmiştir. Koyun ve keçi için kırk, deve için beş tane olmak şarttır. Sığırın nisabı otuzdur. Hayvanların nisabı ve zekâtı, biraz farklı olmakla birlikte, genel olarak diğer malların nisap ve zekât miktarlarına yakındır. Hayvanların zekâtı senede bir defa ve cinslerine göre ödenir; ayrı cinslerin nisabı birlikte hesaplanmaz.

Hayvanların zekâta tâbi olmaları için sâime vasfını taşımaları şarttır. Çünkü üretkenlik, ancak böylece gerçekleşebilir. Senenin tümünde veya yarısından çoğunda kırlara, yani umuma mahsus meralara beslenmeleri, süt alınması ve üreyip çoğalması için gönderilen hayvanlar “sâime” (ç. sevâim) adını alır.

Sâime olmaları yanında, hayvanların zekâta tâbi olması için evcil olmaları da gerekir. Vahşi ile evcil arasında melez olarak doğan hayvanların zekâta tâbi olmaları konusunda, hayvanların anasına bakılır; anası evcil olanlar zekâta tâbi olur, diğerleri olmaz.

Yavrular kendi cinslerinden büyükleriyle birlikte bulundukları takdirde, – tek bir tane de olsa- büyükler gibi zekâta tâbi olurlar. Sâime olup henüz yaşını doldurmamış yavru sürüsü –sayıları nisabı doldursa bile- zekâta tâbi olmaz.

Deve, sığır ve koyun-keçi dışında kalıp, zekâta tâbi olacak diğer sâime hayvanlar (mesela at) için, değerlerinin %2,5’u oranında zekât ödenir. Hz. Peygamber’in açıklamaları (Buhârî, “Zekât”, 37-38) dikkate alındığında develerin zekât nisbetleri şöyledir:

5’ten 9’a kadar 1 koyun

10’dan 14’e kadar 2 koyun

15’ten 19’a kadar 3 koyun

20’den 24’e kadar 4 koyun

25’ten 35’e kadar iki yaşında 1 dişi deve zekât olarak verilir.

Koyundaki nisbetler ise şöyledir:

40’tan 120’ye kadar 1 koyun

121’den 200’e kadar 2 koyun

201’den 399’a kadar 3 koyun

400’den 500’e kadar 4 koyun zekât olarak verilir. Sonraki her yüz koyundan bir koyun verilir.

Sığır nisbetlerine gelince:

30’dan 39’a kadar iki yaşına girmiş 1 dana veya düve

40’dan 59’a kadar üç yaşına girmiş 1 dana veya düve

60 sığırda iki yaşına girmiş 2 dana zekât olarak verilir.

2. Ticaret Malları

Ticaret mallarının hem sermayesi, hem de sağladığı kazanç birlikte zekâta tâbidir. İşletme binası ve sabit kıymetlerle kullanılan âletler ve gereçler, zekâta tâbi olmaz. Ticaret mallarının nisap miktarı, altın nisabına göre düzenlenir. Ticaret malının zekâta tabi olması için, üzerinden bir kamerî yıl geçmesi şarttır. Ticaret, kazanmak kadar kaybetmeyi de içine aldığından, sene başında ve sonunda malın nisap miktarında olması gerekir. Nakit, altın ve gümüş dışında kalan ve ticarete sunulan âlet, makine, emtia, sebze, meyve, süs eşyası, arsa, arazi, akar, daire gibi taşınmaz mallar ve ticaret gayesiyle kullanılan her çeşit mal ticaret malı sayılır. Alım-satım için olan ev, apartman, daire, arsa, dükkân vb. taşınmaz mallar bu arada kiraya verilmişse kira bedelleri de ticaret malı sayılır.

Günümüzde ticaret işlemleri, klasik dönemdeki menkul malların kâr sağlamak amacıyla satın alınmasından farklılık göstermektedir. Bugün ticaret işlemleri arasında yer alan başlıca faaliyetler; bankacılık işlemleri, kara, deniz ve hava taşımacılığı, sözleşme, sigorta, simsarlık-aracılık işlemleri, sınâî işlemler, otel, konaklama ve turizm işlemleri vb.dir

Ticaret malının zekâta tâbi olması için, onunla ticaret yapmaya niyet etmek şarttır. Bu niyetin, ayrıca ticaret işiyle birlikte olması gerekmektedir. Sadece ticaret niyetiyle bir mal, ticaret malı olmaz. Niyet; kazanç amacı gütmekle; eylem, alım-satımla gerçekleşir.

Ticaret malını kullanım malına dönüştürmek için sadece niyet yeterlidir. Alış-veriş sırasında hiçbir ticaret niyeti yoksa mal, şahsî kullanım amacıyla satın alınmış olur. Öte yandan, daha önce şahsî amaçla kullanılan bir madde üzerine ticaret niyeti yöneltilirse, bu, bir ticaret malı sayılır. Ticaret mallarının zekâta tâbi olması için, malın ticaret yapmaya elverişli mallardan olması gerekir.

Hangi yolla elde edilirse edilsin ticaret malları bütün olarak zekâta tâbidir. Ticaret mallarının bütün çeşitlerinde zekât oranı %2,5’tur. Ticaret malları, bir kimsenin yanında birkaç yıl satılmadan ve zekâtı ödenmeden kaldıktan sonra satılırsa, geçmiş bütün yılların zekâtını toptan ödemek gerekir. Ticaret mallarının kendisi zekât olarak ödenebileceği gibi, bunların değerleri de zekât olarak ödenebilir.

Bir takvim yılı dolunca, her mükellef her türlü ticari malı piyasa satış fiyatlarına göre değerlendirerek, nakitleriyle sağlam olan alacaklarını da ekleyerek zekâtını öder. Ticari eşyanın konduğu bina, dolap, kafes, raf, terazi, çalışma masası, şahsî kullanım amacıyla ve işletmenin yürümesi için gerekli malzeme olduğundan temel ihtiyaç sayılarak zekâta tâbi olmaz.

3. Nakit ve Nakde Benzer Servet

a) Altın ve Gümüş ile Alaşımları: Altın ve gümüş her ne maksatla kullanılırsa kullanılsın veya hangi gayeyle elde bulundurulursa bulundurulsun zekâta tâbidir. Çünkü kenz (mal stoklama) (et-Tevbe: 9/34) ayetinde geçen “Altın ve gümüş yığıp biriktirenleri ve Allah yolunda harcamayanları acıklı bir azapla müjdele” ifadesinden, gerek nakit, gerekse külçe olsun, altın ve gümüşün ne gayeyle elde bulundurulursa bulundurulsun, zekâta konu olduğunu biliyoruz. Bu iki madde ve onlardan yapılmış olan her türlü süs eşyası (mesela bilezik, küpe, tabla, beşibirlik, tabak, bardak, yüzük, taç, kemer…) nisabı tamamlar ve diğer şartları da taşırsa zekâta tâbidir. Hadislerde belirtilen altın için yirmi miskal, gümüş için iki yüz dirhemin günümüzdeki karşılığı önemlidir. Arkeolojik bulgulardan yapılan belirlemelere göre bir dinar 4.25, bir dirhem 2,975 gr. olduğundan, altın nisabı 20×4,25 = 85gr.; gümüş nisabı ise 200×2,875 = 595 gr.’dır sonucuna varılmaktadır.

Altın ve gümüş, nisap hesabında ayrı ayrı işlem görürler. Ancak her biri ayrı ayrı nisabı tamamlayamazsa, birbirine eklenebilirler. Nisap miktarını bulamayan altın ve gümüş birbirleri dışında manen birlik olan ticaret mallarıyla nisap tamamlama işlemi yapabilirler. Altın ve gümüşün nisaplarının hesaplanması, değerlerine göre değil, ağırlıklarına göre yapılır. Bu kural, zekât kendilerinden ödendiği zaman geçerlidir. Bunların zekâtları başka cins mallardan ödeneceği zaman, ağırlığa değil, değerlerine bakılır. Nisap miktarı altın veya gümüşü olan kimse, kural olarak herbirinin zekâtını ayrı ayrı öder. Altınla gümüş birbirleriyle alaşım yapmışsa, alaşımın içinde ağırlık veya değer yönünden oranca fazla olan madde üzerinden bunların zekâtı ödenir.

Altın veya gümüş nikel, bakır veya bunun gibi başka bir cins madenle alaşım yapmışsa ve bu alaşım para olarak kullanılmıyorsa, alaşımın içinde bulunan altın veya gümüş ağırlık ve değer yönünden diğer maddeden fazla veya ona eşitse, maddenin bütünü altın veya gümüş kabul edilir. Bu durumda zekâtın ödenmesi, maddenin bütününün kabul edildiği şekle göre düzenlenir. Alaşımın içinde altın veya gümüş azsa ve bu altın veya gümüş ağırlıkça nisap miktarına ulaşmıyorsa, başka zekât konusu olan malların nisabına eklenir ve bu toplam üzerinden zekâta tâbi olur.

b) Altın ve Gümüş Dışındaki Ziynet Eşyaları (mücevherat): Altın ve gümüş dışındaki inci, yakut, mercan, elmas gibi ziynet eşyaları iddihar (saklama) amacı olmaz ve makul sınırı aşmazsa, nâmî (artıcı) mal olmadığından, zekâta tâbi değildir. Kadının altın ve gümüş eşyası Hanefîlere göre zekâta tâbi olur. Diğer üç mezhep ise makul sınırlardaki kadın zinet eşyasının zekâta tabi olmayacağını kabul etmiştir.

Normal ölçüyü aşan ve israf derecesine vararak zekâta tâbiolması söz konusu olan altın, gümüş ve diğer ziynet eşyasının üst sınırı kişi, çevre ve ülkenin iktisadî ve toplumsal durum ve şartlarına göre değişir, örfe göre hüküm verilir. Altın ve gümüş kâr için elde bulunduruluyorsa, yemek kabı, heykel, biblo vb. kullanım aracı olursa veya erkek tarafından kullanılırsa ittifakla zekâta tâbi olur. Nisap tespiti için ziynet eşyasının ağırlığına değil, piyasa değerlerine bakılır.

c) Nakit ve Malî Kâğıtlar: Kıymet yerine kullanılan değişim ve iddihar aracı olan maddeler, yapıldığı maddeye ve başlangıçtaki haline bakılmaksızın nakit adını alır. Malî kâğıtlar, değer ifade ettiklerinden ve günümüzde insanların ticarî değişim aracı olduklarından tıpkı altın, gümüş ve ticaret malı gibi zekâta tâbidirler. Zira bunlara sahip olanlar zengin sayılır. Aynı zamanda bunlar sahibinin hazır mal ve servetini meydana getirirler. Zekât için gerekli olan artıcı olma özelliğini de taşımaktadırlar.

Ücret, toplu para, serbest meslek kazançları, sabit ve hareketli (oto ve uçak) sermaye gelirleri, mâl-i müstefâd olarak yıl içinde elde edilen nakitler, mükellefte bulunan ve zekâtı ödenecek olan diğer nakitlere ilave edilirler. Nakit ve malî kâğıtların zekâtı, nisabı bulan ve artan toplamın %2,5’u üzerinden ödenirler. Devletin ve özel kesimin çıkardığı –her an paraya çevrilebilecek- tahviller de diğer kâğıt paralar gibidir. Zekât için gerekli şartlar gerçekleştiği takdirde, bunlara da zekât vermek gerekir.

B. Gelir Üzerinden Ödenen Zekât

1. Madenler ve Defineler

Ye raltında bulunan ve “rikâz” adını alan maden ve defineler, zekâta tâbi mallardandır. Madenlerin zekâta tâbi olması için, nisaba ulaşması şart değildir. Madenler için havelân-ı havl şartı da aranmaz. Hanefi fakihler, madenleri iki kategoriye ayırır ve zekâta tâbi olmasını da, bu sınıflamaya göre açıklar:

a. Katı madenler. Bunlar da ikiye ayrılır:

– Sert olup ateşte eriyen ve kalıp hale gelebilenler: Bu tür madenlere altın, gümüş, bakır, kalay, nikel, kurşun, demir vb. örnek verilebilir. Sadece bu çeşit madenler, zekâta tâbidir.

– Sert olup ateşte erimeyen ve sıvı hale gelmeyenler: Kireç, mermer, kömür, alçı taşı, yakut, zümrüt, elmas vb. madenler bu türe örnektirler. Bu çeşit madenler zekâta tâbi değildir. Bütünü toprak sahibine, sahibi yoksa bulana ait olur. Bu sebeple devlet toprakları içinde bulunan bu gibi madenler devlete ait olduğundan zekâta tâbi değildirler. Şu halde altın ve gümüş gibi ısıyla eritilip şekillendirilen diğer madenler onlara kıyas edilerek zekâta tâbi olurlar.

b. Sıvı madenler. Bunların dışında kalan petrol, civa, su, tuz ve benzeri sıvı madenler zekât dışıdırlar.

Madenlerin zekât oranı Hanefîlere göre %20, diğer üç mezhebe göre %2,5’tur. Hanefîler madende nisap şartı aramamışlardır. Maden zekâtı, maden çıktığında ve temizlenmesinden sonra ödenir. Maden geliri –zekâttan farklı olarak- fey gibi kabul edilir ve ayetlerde (el-Haşr 59/6-7) belirlenmiş oranlarda ilgili kalemlere harcanır.

Eski milletler ve insanlar tarafından yeraltına gömülen ve halk arasında hazine/gömü denen altın veya para vb. dolu küp, eşya gibi mallar ile deprem ve yer çökmesiyle yeraltında kalan mallara kenz, define veya gömü denir. Defineler için nisaba ulaşma ve havelân-ı havl şartı aranmaz. Daha önceki Müslümanlar tarafından gömülen mallar, kenz-i İslâmî olarak adlandırılır.

Bunların Müslümanlara ait olduğu kelime-i tevhid ve bunun gibi Müslümanların kullandığı bir alâmetle bilinir. Gömülmesi İslâm’ın ortaya çıkışından sonra olan defineler kenz-i İslâmî kabul edilir. Bu gibi defineler, lukata (buluntu mal) hükmünde olacağından, buluntu malın önce sahibi aranır. Arama süresi, buluntuya ve örfe göre değişir. İlân yapıldıktan sonra, sahip ve mirasçıları ortaya çıkarsa, ona verilir. Sahibi bulunmazsa, bulan kimse fakirlere tasadduk eder. Kendisi fakirse, ondan faydalanabilir.

Müslüman olmayanların gömdükleri kıymetli maddeler, kenz-i câhilî adını alır. Bu gibi definelerde haç, put, resim ve bunun gibi Müslümanlığa ait olmayan alâmetler bulunabilir. Özel mülkiyeti olmayan topraklarda bulunan bu çeşit defineler, %20 üzerinden zekâta tâbi olur. Bunun dışında kalanlar, – emeğinin karşılığı olarak- bulana ait olur. Başkasının toprağında bulunan define, -ganimete konu olacağından- %20 zekâtı verildikten sonra toprak sahibinin olur.

Müslümanlara veya gayri müslimlere ait olduğu konusunda hiçbir işaret bulunmayan defineleri kenz-i müştebeh adını alırlar. Bunlar kenz-i câhilî hükmüne tâbidir. Bu definelerden elde edilen gelirin harcama yeri, fey ve ganimet gibidir.

2. Zirâî Ürünler

Zirâî ürünler, zekâta tâbidir. Elde edilen ürünün zekâtına 1/10 (onda bir) anlamında “öşür” denir. Bu sebeple öşürü, toprak sahibinin değil, toprağı icarla bizzat işleyenin ödemesi gerekir. Hasat yapılmadan satılan ürünün öşrünü ödemek müşteriye, fakat ürün yetişmişse satana aittir. Ebû Hanîfe dışındaki çoğunluk fakihlere göre diğer zekât konularında olduğu gibi, öşürde de nisaba ulaşmak şarttır. Bu nisap, hadislerde beş vesk olarak belirtilir. 5 vesk’in günümüzdeki karşılığı, ürünün hacmine ve özgül ağırlığına göre 653-1000 kg. arasındadır.

Nisap hesabında çiftçi ailenin senelik ürün ihtiyacıyla ürünün yetişmesi için yapılan masraflar, hesap dışı bırakılır ve kalanı üzerinden zekât hesap edilir. Nisap ve masrafın hesaplanması, öncelikle öşre tâbi her tür ürünün kendisiyle yapılır. Ziraat ürünlerinin zekâta tâbi olması için, hasattan sonra bir yıl geçmesi şart değildir. Yıl içindeki her hasat mevsimi için, ayrı ödeme yapılır. Öşür ödenecek ürünlerin öşür toprağında yetişmesi şarttır. Öşre tâbi arazi üzerinde fiilen ziraat yapılarak mahsul elde edilmişse, öşür ödemek gerekir. Toprağı değerlendirmek üzere ekip dikilerek elde edilen- bütün zirai ürünler zekâta tâbidir.

Yağmur, nehir, çay, ırmak gibi doğal sularla sulanan topraklardan elde edilen ürünlerde, zekât oranı %10’dur. Kova, dolap veya taşıma su ile sulanan arazilerden alınan ürünlerde harcanan iş gücünün payı yüksek olduğundan oran %5’tir. Öşre tâbi toprak hem yağmur ve ırmak, hem de âlet kullanarak sulanırsa, daha çok kullanılan sulama şekli esas alınır ve öşür buna göre ödenir.

Öşür topraklarından zekât ödenmesi için, ürünün tamamen yetişip elde edilmesi gerekir. Bu olmadan, öşür ödenmez. Meyveli bitkilerin zekâtının farz olma vakti, meyvelerinin ortaya çıktığı, yani ziyan olma ihtimali kalmadığı zamandır. Hububatın zekâtının farz olma vakti, samanlarından ayrılıp tartıldıktan sonradır. Ziraatten ve ekilenin çıkmasından sonra, -sebep bulunmuş olacağından- öşür peşin ödenebilir. Çiçek verip meyve haline gelmeye başlamasından sonra, meyveler için ödeme yapılabilir. Öşür malın kendisinden verilebildiği gibi, değeri bedel olarak da ödenebilir.

Öşür farz olduktan sonra ürün kendiliğinden veya doğal bir afet sonucu telef olursa zekât borcu düşer, kalanla telef olanı nisap hesabında birbirine eklenir. Zekât, kalan üzerinden ödenir. Ürünün bir kısmı tahrip olmuşsa, geriye kalan kısım üzerinden orantılı olarak öşür ödenir. “Yanmış harmanın öşrü olmaz.” atasözümüz bu görüşlerden çıkmış olmalıdır. Öşür farz olduktan sonra ürünün kusurlu olarak telef olması veya ölüm, öşür borcunu düşürmez.

3. Hayvan Ürünleri

Haraç toprağında bulunmayan arının ürettiği bal zekâta tâbidir. Bal için %10 oranında zekât ödenir. Ziraat ürünlerinde olduğu gibi, balda da ödeme zamanı her bir üretim dönemidir. Öşür toprağında bulunan ve kendisiyle ipek kurdu beslenen dut yaprakları için öşür ödenir. İpek hayvana tâbi olduğundan, ipekten dolayı ayrıca öşür ödenmez. Zira ipek kurdu öşre tâbi değildir.

4. Deniz ve Su Ürünleri

Balıklar, %2,5 oranında zekâta tâbidirler. Balık dışında inci, mercan vb. deniz ve su ürünleri de aynı oranda zekâta tâbidir.

5. Ücretler ve Serbest Meslek Kazançları

Muhasebeci, avukat, mühendis, doktor, mimar gibi meslek sahiplerince elde edilen ücretler ve serbest meslek kazançlarının yalnızca safi gelirinden zekât ödenir. Borç, aslî ihtiyaç, harcama ve vergiler düşüldükten sonra kalan kısım zekâta tâbi olur. Ücretler ve serbest meslek kazançları için, %2,5 zekât ödenmelidir.

6. Gelir Getiren Bina, Sanayi Tesisi, Nakliye Araçları ve Taşınır Mallar

Aynına zekât gerekmeyen, ticaret için değil, üretim için elde bulunup, kiraya vermek veya ürettiğini satmak suretiyle sahibine fayda ve kazanç sağlayan mallar müsteğallat (menkul ve gayri menkul sermaye iradı, gelir getiren mal) adını alır. İlkine, belli bir bedelle kiraya verilen ev, hayvan, ziynet eşyası ile düğün salonu ve ulaşım araçlarını; ikincilere de, yününü veya sütünü satmak üzere edinilen sâime olmayan hayvan ile fabrikalar örnek gösterilebilir. Müsteğallâtın zekât oranı %2,5’tur.

ZEKÂT ÖDENECEK YERLER

A. Zekâtın Ödenmesi

Zekâtın belirlenmiş oranları, en az ödenecek miktarlardır; elbette bunun üstünde ödemeler yapılabilir. Sadece astronomik kârların elde edildiği zamanlarda değil, diğer zamanlarda da mükellefler, genel asgarî oran olan %2,5’un üstünde ödeme yapabilirler.

Zekâtın ödenmesi malın kendisinden yapılabileceği gibi, aynı değerde bir başka mal veya nakitle de yapılabilir. Çünkü zekâtın maksadı, yoksulların ihtiyacını karşılamaktır, buna uygun olanı ödemek maksada aykırı değildir. Zekât konuları için tahakkuk eden zekât miktarını, yine bu maldan, yani malın kendisinden ödemeye aynî ödeme denir.

Zekâtın tahakkuk eden miktarını malın bizzat kendisinden değil de, başka bir mal veya nakitle ödemeye bedelen ödeme denir. Bu konuda mükellef dilediği yolu seçmekte serbesttir, ancak fakirlere daha faydalı olan şekli seçmek evlâdır. Böylece, zekât için farz olan miktar ödenmiş olacaktır. Bu sebeple, zekâta tâbi bir mal veya alacak için, başka bir mal zekât olarak ödenebileceği gibi, başkasından olan alacağı bir daha istememek üzere fakir borçluya bağışlayarak de zekât ödenebilir. Zekâtın ödenmesi konusunda, insanın gerçek ihtiyaçlarını gidermesi yönünden belli bir değere sahip olan malın esas alınması, iktisadî ve malî yönden isabetlidir.

B. Zekâtın Ödenme Zamanı

Zekât, farz olmasının hemen ardından değil, takip eden geniş vakit içinde ödenmesi gerekli bir farzdır. Evlâ ve efdal olan, zekâtı zamanında ödemektir. Bir yarar, zaruret ve ihtiyaca bağlı olarak ödemeyi geciktirmek mümkündür. Böyle bir zaruret, ihtiyaç ve yarar yoksa ödemenin geciktirilmesi doğru değildir. Mükellef bu durumda –mala başkasının hakkı karışmış olduğundan günahkârdır. Ülkemizdeki uygulama daha çok ödeme zamanının ramazan ayı olarak standartlaşması yolunda olmuştur. Bunun yanısıra, zekâtın her mükellefin kendi yılbaşına göre ödenmesi de mümkündür.

Ayrıca, zekâtın ödenme yerlerinden önemli bir bölümü meydana getiren fakirlerin ve diğer zekât ödeneceklerin lehine veya mükellefe kolaylık olarak senenin çeşitli aylarına da dağıtılabilir. Ama hayır ve dayanışma duygularının yoğunlaştığı ramazan ayında zekât ödemek, her bakımdan daha uygudur.

Nisap miktarında olan malın zekâtı, daha sene dolmadan, yani mükellefiyet haline gelmeden öne alınarak ödenebilir (Ebû Dâvûd, “Zekât”, 22, 37). Çünkü zekâtın farz olma sebebi nisaba ulaşmak, bu konuda artık gerçekleşmiştir. Ayrıca, peşin ödeme, fakirler lehine bir davranıştır. Fakat nisab miktarında olmayan bir mal için zekâtın önceden ödenmesi câiz değildir. Zira bu mala zekâtın farz olması için nisabı bulmanın ardından başlayacak olan havelân-ı havl süresi henüz gerçekleşmemiştir. Bu sebeple, henüz kendisine –nisaba ulaşmadığından- zekât farz olmayan mallar için önceden yapılan ödemeler, zekât yerine değil, nâfile sadaka yerine geçer Öşür konusunda, ekinin bitmesi ve meyvaların ortaya çıkması şartıyla, peşin ödemeye izin verilir.

Nisap miktarına ulaşan bir malı ödeme imkânından sonra üzerinden bir yıl geçer de zekâtı henüz ödenmeden çalınma, kaybolma ve yangın gibi sebeplerle yok olursa, Hanefîlere göre zekât borcu da düşer. Zira zekât zimmetle değil, malla ilgilidir. Çoğunluk fakihler ise borcun düşmeyeceğini ve mutlaka ödenmesi gerektiğini belirtmişlerdr. Farz olduktan ve ödeme imkânından sonra malın telefi halinde, mükellefin zekât borcu asla düşmez.

C. Zekâtın Ödeneceği Yerler

Kimlere ve hangi sınıflara ödeme yapılacağı, Tevbe sûresinin 60. ayetinde belirlenmiştir. Bunlar, iki grup halinde ele alınabilir:

1- Şahsî İhtiyacı Dolayısıyla Ödeme Yapılanlar

a. Fakirler ve Miskinler: Fakir, miskinden daha iyi durumdadır. Fakir, nisap miktarı veya daha fazla mala sahip olmayan ya da nisaba mâlik olduğu halde, malı ihtiyacına yetmeyen Müslüman demektir. Miskin ise, bir günlük yiyeceğe dahi muhtaç olan, hiçbir mala sahip olmayan fakir veya hiçbir mala sahip olmayıp, yiyecek-giyecek ihtiyaçları için dilenmek zorunda kalan Müslüman muhtaçlardır. Bu gibi kimselerin, bir günlük rızkı ve bedenini örtmesi için son çare olarak dilenmesi helaldir, fakat bu miktar elde edilince dilenmeleri haram olur.

Hanefîler fakir ve miskinlere ödenecek zekât miktarının, nisabı bulmamasını önermişler, hatta bu miktarda ödeme yapmayı mekruh saymışlardır. Çünkü bu miktarla onlar da dinen zengin konumuna gelecekler ve bir takım malî sorumluluklarla muhatap olacaklardır. Fakat borçlu ve ailesi kalabalık olanlara nisap kadar da zekât ödenebilir. Diğer mezhepler ise bir belirlemede bulunmayıp “kifâye” yani yeterli miktarı esas almışlardır.

b. Boyunduruktan Kurtarılması Gerekenler (rikâb): Boyunduruktan kurtarılması gerekenler; köle azadı, düşman elinde bulunan esirlerin kurtarılması ve sömürge altındaki Müslümanların kurtarılması şeklinde yorumlanmıştır. Yapılacak ödeme, kişiler ve miktar açısından, her çağın ihtiyaçları ve toplumsal şartlara göre değişik olur.

c. Borçlular (ğârimîn): Borçlular, borca batanlar ve beklenmedik sıkıntılara uğrayanlar biçiminde yorumlanır. Şöyleki, borcundan fazla olarak nisap miktarı mala ya da paraya sahip olamayan veya nisap miktarı malı olmayıp, kendisinin başkasında malı olup da alma imkânı bulunmayan kimse borçlu kabul edilir. Borçluya borcunu ödemesi için ödeme yapmak, fakire zekât ödemekten efdaldir.

Sağ borçlunun borcu, mükellef tarafından alacaklısına borçlunun izniyle ödenebilir. Beklenmedik felâket ve sıkıntılara uğrayanlara gelince bu da su ve sel baskını, deprem, yangın, kuraklık vb. felâketlere uğrayanlarla, kasıtlı olmaksızın (söz gelimi kaza kurşunuyla veya trafik kazasında) bir kimseyi öldürme ve bu yüzden kan diyeti ödemeye mecbur olma gibi kazalara maruz kalan kimseleri, borçlarını ödeme olanaklarından mahrum olarak borca batmış başka kimseleri ifade edecek şekilde tefsir edilmiştir ve zekât geliri bu sınıfa harcanmıştır.

Borçlulara zekât ödenebilmesi için, ihtiyaç dışında herhangi bir şart aranmaz. Borçlu ödeyeceği borç için gerçekten ihtiyaç içinde bulunmalıdır. Bu sebeple, nakit veya ticaret malıyla borcunu tamamen ödemeye gücü yeten kimseye zekât ödenmez. Ancak, bu şartın, borçlu elinde hiçbir malın bulunmaması şeklinde anlaşılmaması gerekir. Çünkü aslî ihtiyaçlar bu gibi durumlarda da mal varlığından kabul edilmez. İçki, zina, kumar vb. ile nafakasından israf ederek borçlananlara zekât ödenmez. Fakat tövbe ettikleri takdirde, böylelerine zekât ödenebilir.

Borçluya zekât ödenebilmesi için, borcun vadesinin gelmesi ve ödenmemesi halinde hapsi sonuçlaması gerekir. Borçlulara ödeme, ihtiyacı kadar yapılır. Ölünün borçları, zekâttan ödenmez. Ayrıca zekât ve keffâret gibi Allah borçları olanlar “ğarimîn” sınıfından sayılmazlar ve böyle kimselere zekât verilmez.

d. Yolda Kalanlar (ibnü’s-sebîl): Bu kavram; yolda kalanlar, bizzat kendi yerinde malını kaybedenler ya da alacağını alamayan tüccarlar, dilenciler, buluntu çocuklar ve yolculuk için gerekli bütün kolaylıklar şeklinde yorumlanmıştır. Tercih edilen anlamı ise şudur: Memleketinde malı olduğu halde o anda bulunduğu yerde parası veya malı olmayıp yolda kalan kimsedir. Yolculuğa çıkan kimsenin malî güçlükle karşılaşması muhtemeldir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim, “yol oğlu” manasına gelen ibnü’s-sebîl kavramını “yolda kalanlar” anlamında sekiz defa tekrarlar. Yolda kalan kimseye zekât ödenebilmesi için, kendisini memleketine ulaştıracak maddi gücünün bulunmaması, böylelikle muhtaç duruma düşmüş olması gerekir. Yolda kalmışlara, dönüş ve çeşitli masraflar için memleketine dönmesini sağlayacak kadar ödeme yapılır. Yolda kalanlar, ihtiyacı kadar zekât alabilir; daha fazlasını almak helal değildir. Fakat mümkünse, bu gibilerin borç alması, zekât almaktan daha iyidir.

2. Kamu Yararı Dolayısıyla Ödeme Yapılanlar

a. Zekât Memuru: el-Âmilûn tabiri, zekât memuru şeklinde yorumlanmıştır. Zengin de olsa zekât memuruna maaş ödenir.

b. Kalpleri Kazanılmak İstenenler (müellefe-i kulûb): Ödenecek zekâtla, kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenen kimseler, Müslüman veya gayri müslim olarak ikiye ayrılırlar: İslâm dinine girmelerini sağlamak maksadıyla, İslâm’a meyilli olan gayri müslimlere ödeme yapılabilir. Müslümanlara kötülük yapmaktan uzak olmalarını sağlamak maksadıyla, bu gibi kimselerin kalpleri kazanılır. Yeni Müslüman olup kavmi veya mensup olduğu sosyal çevre içinde şerefli ve itibarlı bir yeri olan ve kendi ailesini ve çevresini İslâm dinine girmeye ikna edeceği ümit edilen kimselere de zekât ödenebilir. Yeni Müslüman olup, imanı zayıf olan kimselerin imanlarını kuvvetlendirmek için, kendilerine zekât ödenir. Kendileri Müslüman olunca, geride kalan kâfirlerin kötülüklerinden Müslümanları koruyacak olan kuvvetli iman sahiplerine de zekât ödenebilir.

c. Allah Yolunda (Fî Sebîlillâh): “Sebîlullâh”, “Allah’ın rıza ve sevabına ulaştıran yol” demektir. Özel manada fî sebîlillah kavramı, gazi ve mücâhid, hacılar ve umre yapanlar ile hac yolu, zekât memuru dışındaki sınıflar ve ilim tahsili yapanlar şeklinde yorumlanmıştır. Bu tabir, öncelikle Allah yolunda cihad yapanlar ile gaziler anlamına gelir. Zekât, gaziler sınıfından fakirlere ödenir, zenginlerine ödenmez. Hanefîler dışındaki birçok mezhebe göre Allah rızası için yapılan bütün hayır işleri, bu çerçevenin içine girer.

Bu tabir, uygulamada, dul kadınlara ve yetimlere yapılan bağışlar, hastane ve camilere verilen hediyeler, mektep ve mektebe gidenlere yapılan bağışlar, iyilik ve hayırlar, silahlandırma, memleket topraklarının savunulması için yapılan tesisler vb. din ve devletin yaşamasını sürdüren her türlü iyilik ve hayrat işlerini ve İslâm’ın müdafasını içermiştir. Hanefîler, zekâtın rüknü olan temlik şartı gerçekleşmeyeceği gerekçesiyle, ilke olarak kurumlara zekât ödenemeyeceğini kabul etmişlerdir.

Kısacası, Allah ve din yolunda olduğu izlenimi verecek her türlü faaliyet, fîsebîlillâh kapsamında düşünülebilir. Yapılacak ödemenin miktarı, her bölge ve çağın şartlarına göre değişir. Emanet bilinci taşıyan ve güven kazanmış vakıf ve derneklere de, sayılan kalemlerdeki faaliyetlerde kullanılmak üzere zekât emanet edilebilir.

D. Zekâtın Geçerliliği

1. Zekâtın Rüknü

Zekâtın rüknü, temliktir. Temlik, zekât malını mülkiyetten çıkarıp, tamamen kendi kullanımlarına göre hareket etmek üzere, zekât ödeneceklere vermektir. Zekât ödeyen, zekât ödenene, harcama tarzı ve yeri konusunda, hatırlatmada bulunabilir, ama başa kakma anlamına gelebilecek hiçbir yönlendirme yapamaz.

2. Zekâtın Sahih Olmasının Şartları

Zekât verirken öncelikle dikkat edilecek konu, zekâtın sahih olma şartlarını bilerek ödeme yapmaktır. Bunları, şöylece sıralayabiliriz:

a) Zekât Niyeti: Zekât bir ibadet olduğundan, niyetsiz ödenmesi halinde sahih olmaz. Bu sebeple, Müslüman olmayanların zekât ödemeleri de sahih değildir. Niyet, malı ayırırken veya verirken yapılır.

b) Ödenenin Değer Taşıması: Her türlü zekât konusu mal için ödenen zekât malının kıymetli ve vasıflı olması şarttır. Nâfile olarak tasadduku câiz olan malın, zekât olarak ödenmesi de câizdir; nâfile olarak tasadduk edilemeyecek mal, zekât olarak da ödenemez. Alacaklı zekât konusu alacağını, fakir borçluya bağışlayabilir. Bu hibe, zekât yerine geçer. Fakir olmayan bir borçluya böyle bir malın bağışlanması, ne o malın, ne de başka malların zekâtı için geçerlidir.

Zekât verirken, ikinci olarak dikkat edilecek nokta, zekâtın ödenmesindeki önceliklere uymaktır:

a) Ehil Olanları Araştırmak: Zekât öderken, kendisine ödeme yapılan kimselerin, buna ehil olup olmadıklarını araştırmak gerekir.Kendisine zekât ödenecek kimse, zekâtın ödendiği anda, buna ehil olmalıdır. Bu özelliğin daha sonra ortadan kalkması, zekâtın sahih olmasını engellemez.

b) Ödemedeki Efdaliyet ve Öncelikler: Nisap miktarına ulaşmayan değerdeki zekât ödemesini, zekâtın ödeneceği sınıflardan yalnızca bir kişiye yapmak efdaldir. Tek kişiye nisap miktarı veya daha fazla zekât ödemek, kerahetle sahihtir. Ancak, ödenen kişi borçlu olursa –zekât nisaptan fazla bile olsaborcunu ödeyeceği kadar zekât ödenir. Kalabalık aile sahibi olunca da durum böyledir, fakat bu durumda ödenen zekât aile bireylerine bölündüğünde, her birine nisap miktarından fazla pay düşmemelidir.

Zekâtı, öncelikle akrabaya ödemek daha faziletlidir. Hz. Peygamber (s.a.), akrabaya vermeyi teşvik ederek şöyle buyurmuştur: “Yoksullara verilen sadaka, tek sadakadır. Akrabaya verilen sadaka ise, iki sadakadır. Biri sadaka, diğeri akrabaya iyiliktir.” (Tirmizî, “Zekât”, 26; Nesâî, “Zekât”, 22, 82; İbn Mâce, “Zekât”, 28).

Akraba arasında gözetilecek efdaliyet ve öncelik sırası mükellefin, erkek ve kız kardeşleri, bunların çocukları ve amcalar, halalar, dayı ve teyzeler, dayı ve teyze çocukları ve diğer akraba şeklindedir. Akrabadan sonra efdaliyet sırası, fakir komşu ve meslektaşlarındır. Bunlardan itibaren, halka halka uzağa doğru gelişme gösterir. Mükellef, zekâtını Tevbe, 9/60 ayetinde sayılan bütün sınıflara veya bu sınıfların yalnızca bir kısmına, bir sınıfın içinde dilediği kimselere, hatta tümüne ödemekte serbesttir. Hangi sınıfa öderse ödesin, mükellef borçtan kurtulmuş olur. Dolayısıyla zekât, birden fazla kişiye uygun görülecek değişik miktarlarda verilebilir.

Zekâtı, aslında –mükellef ayrı, mal ayrı yerde olsa bile- zekât konusu malların bulunduğu yerdeki fakirlere ve hak sahiplerine ödemek gerekir. Yıl sonunda, zekâtı, başka yerlerdeki fakirlere göndermek mekruhtur. Bununla birlikte, zekâtın gönderildiği kimseler, akrabadan olunca, malın bulunduğu yerdekilerden daha muhtaç durumdaysa, gönderilmesi Müslümanlara yarar sağlıyorsa, dâr-ı harpten (gayri müslim ülkeden) dâr-ı İslâma (Müslüman ülkeye) gönderince, bilgin veya talebeye gönderilince, daha takva sahibi, daha sâlih ve Müslümanlara faydalı birine gönderilince, ayrıca zekâtı erken ödeyince mekruh olmaz; hatta daha uygun olur.

E. Zekâtın Ödenmeyeceği Yerler

1- Yakın akraba: Mükellef, zekâtını kendi usûl ve fürû‘una ödeyemez. Usûl, kişinin babası, dedesi, anası ve ninesi; fürû da oğlu, kızı, bunların çocukları ve torunlarıdır. Çünkü bu gibi yakınlarına mükellef zaten bakmak zorundadır. Bunun yanında, zekâtın sahih olması için gerekli olan mülkiyetin devri (temlik), bu durumda söz konusu olamaz. Aynı gerekçelerle evli eşler de birbirlerine zekât veremez. Fakat İmam Ebû Yusuf ile Muhammed’e göre zengin kadın, kocasına zekât ödeyebilir. Bununla birlikte zekât verilemeyenlere nâfile sadaka ödemek, sadaka ve akrabaya bağlılık (sıla) sevabı kazandırır.

2- Kurumlara Zekât Ödenmesi: Hanefi fakihler cami, okul, çeşme, yol, köprü, ölü borçlarını ödeme ve hayır yolu ve kurumlarına zekât ödenmesini uygun görmez. Çünkü bu gibi kurum ve yerler, hukukî yönden gerçek kişi olmadıklarından, zekâtın rüknü olan temlik gerçekleşmez.

Zekât, hayır kurumu olarak değil ve fakat zekât dağıtımını üzerine alarak faaliyet yapan vakıf ve derneklere ödenebilir. Zira onların verecekleri makbuzlar, bir temlik işaretidir.

3- Müslüman Olmayanlara Zekât Ödenmesi: Müslümanlarla savaşan kâfir, Allah’ın varlığını, peygamberlik ve âhireti inkâr eden ateist, mülhid ile mürtedlere zekât ödenmez. Zimmîlere (İslâm ülkesindeki gayri müslimlere) nâfile sadaka, fitre, adak ve keffâret verilebilir; ancak Müslüman fakirlere vermek efdaldir. Gayri müslimlere zekât ödenemez; çünkü zekât, Müslüman fakirlerin hakkıdır.

4- Bid’at Ehli ve Günahkâr Müslümana Zekât Ödenmesi: Bid’ati (dinin özüne aykırı düşünce ve tutumu) küfrü gerektirmedikçe, kıble ehli olan her Müslümana zekât ödenebilir. Aldığı parayı günah ve israf yolunda harcayarak, kötüye kullanacak kimselere ödememek gerekir. Çünkü Allah’ın malıyla, O’na isyana yardım edilemez. Müslüman olduğu sürece, halini düzeltmek ve insanlık şerefine hürmet için, kendisinden alındığı gibi, zekât günahkâr Müslümana da ödenebilir.

Zenginlere, fakir ve miskin payından ittifakla zekât ödenmez. Keffâret, adak ve fitre de bu hükümdedir. Fakat zengin bir kimseye, –hediye, hibe ve ihsan olacağından- nâfile sadaka verilebilir. Çalışmaya gücü yeten fakir, zekât alabilir; ancak, bu doğru değildir, geçimini sağlayanın almaması evlâdır.

ZEKÂT VE VERGİ

Zekât ile vergi arasında; niyet ve amaç yönleri, yapı ve işlev, ödeme gerektiren mallar ve oranlar, ödeme/harcama yerleri açılarından önemli farklar vardır. Bu bakımdan, vergi devlete, zekât Tevbe 9/60. ayette belirtilen yerlere ödenecektir. Her türlü vergi, zekât yerine geçmez, sadece borç gibi aslî ihtiyaçlar arasında görülerek nisabı azaltıcı etkide bulunabilir. Dolayısıyla, ücretli çalışanlardan ve başkalarından kaynakta kesilen gelir vergileri (stopaj, tevkifat), zekât olarak değerlendirilemez ve zekât yerine geçmez.

Zekât – İslam İbadet Esasları 6.Ünite

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir